KAHRAMAN TÜRK KOMUTANI VE ONDAN ETKİLENEN İTİRAFÇI

Sizler de okumuş olabilirsiniz ama tekrarında fayda var. Diyarbakırlı bir itirafçının anlattıkları ne kadar önemliydi. İtirafçı, Kahraman bir Türk komutanından bahsediyor. Doğuda bir çatışma esnasında askerlerimiz ile teröristler sarp kayalıklarla örülü ve bir tarafı da uçurum olan bir mevkide çatışmaya girmişler. Çatışma esnasında ileri fırlayan bir askerimiz vurulmuş. Bu durumu gören komutanı, yaklaşık 50 teröristin görüş mesafesine girdiğine aldırmadan yaralı askerin yanına fırlamış. Her an bir teröristin ateşiyle şehit olabileceğini bile bile koşup bütün teröristlerin gözü önünde askerini sırtına aldığı gibi sipere taşımış. O sırada ne olmuşsa olmuş, iki tarafta da silahlar susmuş. Komutana bir şey olmadan komutan sipere dönmüş. Pek alışılmış bir durum olmasa da ne olmuştu da bütün silahlar susmuştu? Bizim askerimiz komutanını korumak için neden ateş açmamıştı ya da teröristler neden komutanı vurmaya yeltenmediler sorularını bir kenara bırakarak işin başka bir yönünü anlatayım.
Acaba o teröristlerden biri vurulmuş olsaydı, onların elebaşları aynı şeyi yapabilir miydi? Asıl etkileyici unsur burası… itirafçı da bu durumdan etkileniyor ve bu olaydan sonra teslim olduğunu anlatıyor. Daha sonra itirafçı, Türk ordusuna katılmış ve PKK ile savaşmış, mayına basmış, ayağını kaybetmiş. Gazi olmuş.
İtiraflarında söylediği önemli bir konu daha var. Türk Ordusu, terörizmle mücadele ederken kesinlikle nizami olmayan yollara başvurmuyor. Bir mağarada sıkıştırılan ve itirafçının da içinde bulunduğu terörist gruba, Türk Askeri, üç defa “teslim ol” diye uyarıda bulunmuş. İtirafçı, bu durumun birçok kez şahidi olmuş ve terörist kamplarında yapılan propagandanın doğru olmadığını anlamışlar. Orada, Türk Askerinin teröristlere karşı gayrinizami bir yok etme gayreti içinde olduğu anlatılırmış ama itirafçı her seferinde askerimizin doğrudan silahlı mücadeleye girmediğini ve teröristlere “teslim ol” çağrısını üç kez tekrarladığını ifade ediyor.
İtirafçı, daha sonra pişman olup Türk Ordusuna katıldığını ve bundan büyük gurur duyduğunu sözlerine eklemiş. Çok haklı ve çok doğru bir tespit… Türk Ordusu, neredeyse yazılı tarihle yaşıt, köklü bir yapıya sahip olan bir ordudur. Bugün ordu sisteminde kullanılan birçok kelime de bunun şahididir. Ordu, Tümen, Tugay, Bölük, Yüzbaşı, Binbaşı, Subaşı, Yeniçeri gibi birçok kelimenin tarihi temelleri olduğunu biz eski kaynaklara baktığımızda görüyoruz.
Türk Tarihinde, Türklerin yaptığı savaşlarda ordumuzun nizami harp şartlarına uyma konusunda son derece disiplinli davrandığına şahit oluyoruz. Bunda da çok eski zamanlardan beri gelen geleneksel bir yapının olduğuna şahidiz. Türk Askeri, sivillere yönelik hiçbir zaman bir saldırı ya da yok etme hareketi içinde olmamıştır. Şehirleri yağmalamamış, kütüphanelere, tarihi eserlere, insanlığın ortak kültürel mirasına ait ne varsa hiçbirine zarar vermemiştir. Halbuki biz Anadolu’daki birçok şehri yağmalayan, bütün insanları kılıçtan geçiren, kütüphaneleri ve tarihi yapıları yakan yıkan bir Moğol Ordusu örneği de gördük. Ayrıca, Fransızlarla ve Ruslarla işbirliği yapan Ermenilerin, sivillere karşı ne kadar vahşice davrandıklarını en son Hocalı katliamında gördük. Ondan önce de Anadolu’nun doğusunda yaptıkları katliamın örneklerini gördüğümüzde Hocalı’daki gibi insan vicdanının kabul edemeyeceği vahşet sahnelerine şahit olduk.
O yüzden Türk Ordusunu ölçebileceğimiz bir terazi mevcut değildir. Ona benzetebileceğimiz, onunla karşılaştırabileceğimiz başka bir ordu mevcut değildir. Mesela, terörle mücadelede başka bir ordu olsa, o da gayri hukuki yöntemler belirlese ve insan unsurunu hiçe saysa idi belki terörizmle mücadele farklı boyutlara taşınırdı ama Türk Ordusu, Hacı Bektaş geleneğinde olduğu gibi “önce insan” dedi ve bu düsturunu hiç kaybetmedi. Bizim insanımızı kazanmalıyız inancıyla, halkımızın her zaman yardımına koştu. Terörün açtığı yaraları sarmanın gayreti içinde oldu. Bu yönüyle de emsalsiz bir değer olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü, Türk Ordusu, bizatihi Türk halkının kendisi olduğu için, nasıl ki Türk toplumunu birlikte tutan değerler silsilesi varsa ve bizi bir arada tutuyorsa ordumuz da milletimizi asla ayırmıyor. İster etnik yapısı farklı olsun, isterse farklı bir inançtan gelsin, o asil elbiseyi giydiğiniz zaman hiç kimsenin ötekinden farkı kalmaz. Bugün de ülkemiz de öyle değil midir?
Ben ayyıldızın altında huzur buluyorum, ben Türkiye Cumhuriyetinin ilelebet yaşamasını istiyorum diyen bir kişinin ülkemizde ayrılık gayrılık hissetmesi mümkün müdür? Çanakkale’de, Sarıkamış’ta, Sakarya’da, Hicaz’da, Yemen’de, Kafkasya’da koyun koyuna yatan şehitleri ayırmak mümkün müdür? Hepsinin de kanı, Türk bayrağının alına karıştı, hepsi de bayrak oldular. Hepsi de aynı peygamberin aguşuna (kucağına) doğru koştular.
Böyle bir orduya ve böyle bir millete sahip olmak hepimiz için iftihar vesilesidir. Hepimiz şehit çocuklarıyız, gazi çocuklarıyız. Bize yakışan “bir olmak, diri olmak ve iri olmak”tır.

Yorumlar