“Aydın” kimdir? Kimlere “Aydın” demeliyiz.

Aslında karmaşık bir konudur. Çünkü, “aydın”ın tanımlaması kişilere göre değişmektedir. Yani bu kavramın hem öznel hem de nesnel tanımları vardır.
Aydın kelimesinin Türkçe sözlükteki anlamı şu şekildedir: “Işık alan, ışıklı, aydınlık, kültürlü, okumuş, görgülü, ileri düşünceli, çağın gereksinmelerini benimseyen (kimse), münevver, kolayca anlaşılacak kadar açık (söz ya da yazı), vazıh”
Doğu Batı Dergisinde “aydın”ın şöyle bir tanımı yapılmış:
“Okuyan, araştıran, kafa yoran, günün olaylarına ve geçmişine geniş bir perspektiften bakabilen, gelecek için değerler üreten, çağına tanıklık ve öncülük ederek doğrularını hayata geçirebilme sorumluluğunu taşıyan kişi demek.”
Bu tanımlama oldukça hoş gözüküyor. Aydınlar, eğitimli, hoşgörülü (sevecen), ileri görüşlü, lider vasıflı (ikna gücü yüksek) ve erdemli kişiler…
Aydın olma vasfı, yıllardır hep bir kesim insan için kullanılmış. O yüzden halkın “aydın” a bakış açısı da değişmiş. Mesela, “aydınlar halkı anlamıyor”, “aydınlar bizi temsil etmiyor”, “aydınlar, aydın sorumluluğunu taşımıyor” gibi sözleri duyunca aklıma şöyle bir şey geliyor. Acaba bize birileri “aydın” diye yıllarca birilerini dayatmış ve “aydın” olmadığı halde bizim birilerinin aydın olduğunu sanmamızı mı istemişlerdir? Yoksa aydın “ufku geniş insan” olduğuna göre, “ileriyi daha güzel algılayan” insanlar olduğuna göre, aydınların toplum menfaatleri konusundaki duyarlılıkları bizlerden fazla olmalıydı. Toplum, aydınların peşisıra koşmalıydı. Toplum, aydınlara hayranlık beslemeliydi. Bu çelişki neden ortaya çıkmış olabilir.
1. Ya bize gerçek aydın olmayan kişiler aydın diye sunulmuş yıllardır.
2. Ya da bizim toplumumuzdan gerçek aydınlar çıkmıyor.
3. Ya da gerçek aydınlar sindirilmiş, susturulmuş kimselerdir.
İkincisini kabul etmek mümkün olmadığına göre, birinci ve üçüncü maddeler üzerinde yoğunlaşmaya devam etmeliyiz.
Toplum, aydından neler bekliyor?
1. “Ermenilerden özür diliyoruz” gibi toplumu rencide eden kampanyalar açmak yerine tarih biliminin ve hatta bütün bilim dallarının bilimsel terminolojisine ve disiplinine saygılı olmalarını, elde bilgi ve belge olmadan sahte bir “şirinlik” yürütmemeleri,
2. Yaşadığı çağı iyi analiz edebilen, strateji sanatını kavramış, ülkesini ileri götürebilecek donanıma sahip olmalarını,
3. Ülkesi ve milleti için oynanan oyunların farkına varabilmeli, bu konuda halkını ve devletini bilgilendirebilmeli,
4. Söz sanatlarını iyi bilmeli, Türkçeye hakim olmalı ve bir toplulukta tartışma üslubuna sahip olmalı, bilgili, görgülü olmalı, nezaketiyle taktir toplamalı,
5. Aydın, toplumu doğru bilgilendirmelidir. Herhangi bir ülkenin uydusu olmamalı, her konuda ülkesinin menfaatlerini koruyabilmeli.
Bunlar, iyi, hoş da aydın, toplumdan öne geçmiş kişi ise, aydının fikirleri ile toplumun genel kanaatleri arasında bir uyumsuzluk çıkmayacak mıdır? Aydının doğrusu ile toplumun doğrusu arasında bir fark doğuyorsa neler olacak? Toplum, aydını dışlayıp onu yalnızlığa mı mahkum edecek, yoksa “aydın tavrı”na karşı daha mı anlayışlı olacak? Bu, mümkün müdür? Aslında mümkün de gözükmüyor. Toplumsal öngörüye aykırı gelen herhangi bir söz ya da davranış, toplumun bombardımanına uğruyor ve toplumsal seviye topyekün ilerlemedikçe bazı insanların oldukça sıkıntılar yaşayacağı anlaşılıyor. Toplum, “biz geleneklerimize uygun, durağan bir hayat yaşamak istiyoruz” derken, birilerinin “ ben toplumsal öngörülerin dışına da çıkarım” deme hakkı ortadan kaybolmamalıdır.
Peki “mahalle baskısı” şu baskısı, bu baskısı, adına ne derseniz deyin, bir gün aydınlar susarsa, susturulursa ne olacak?
Bir grup insanımız diyor ki: “Aydın; kendi fikirlerini hiçbir baskı ve tehdide aldırış etmeden dile getirecek cesarete, katılmasa da her fikrin dile getirilmesine saygı duyacak nezakete sahip insan demektir.”
Yani şimdi işin en vahim boyutu ortaya çıkıyor: Toplumun bir bölümü aydına diyor ki: “Ben sana yeterince sahip çıkamasam da, sen uğradığın tehditlere ve baskılara aldırış etmeden görüşlerini yiğitçe açıklamalısın.”
İyi de bu resmen Donkişotluk… Birileri yağcılık rolünde köşeleri bucakları kaparken, dünyalığını fazlasıyla aparırken, aydınlara böyle bir görev yüklemek haksızlık olmuyor mu? Aydını düşüncelerinden dolayı, mahkemelere çıkaracaksın, onları düşüncelerinden dolayı yargılayıp demir parmaklılara göndereceksin, onun yolunu açmayacaksın, tıkayacaksın ve yine de diyeceksin ki ben yatımda katımda, evimde barkımda rahatım ama sen düşüncelerini dimdik söyle, sen “dik dur” ve baskı ve tehditlere aldırma…
Sonuç: Bana göre, aydınların, gerçek ya da sözde aydın, aydın kim ise ve kime göreyse fark etmez, topluma düşüncelerini açıklama ve eleştirilerini özgürce ortaya koyma noktasında sınırlandırılmaması, susturulmaması gerekir. Toplum, aydınlarını anlamaya çalışmalı ve onlara bir tolerans kapısı bırakmalıdır. Düşünce yelpazesi ülkemizde geniş tutulmalı, beğenelim ya da beğenmeyelim, belli bir birikime sahip insanları dinlemeyi, okumayı bir alışkanlık haline getirmeliyiz.
Toplumsal gelişme, daha çok okumak, değerlendirme yapmak, bugünün ve geleceğin yükünü omuzlamakla olur. Aydın ya da değil, her kim olursa olsun, düşüncelerden korkmamak ve herkesi nezaket sınırları içinde dinleyip değerlendirmek medeni olmanın ta kendisidir.

Yorumlar