YAĞMUR NEREYE YAĞIYORSA TARLAYI ORAYA KALDIRMAK

YAĞMUR NEREYE YAĞIYORSA TARLAYI ORAYA KALDIRMAK
Yağmur nereye yağarsa yağsın, bizim menfaat kapısıyla işimiz olmaz. Tarlamız da yok ki sizin gibi yağmurun peşi sıra doludizgin gidelim. Sizin saltanatınızda, yatınızda, katınızda da gözümüz yok. Nasıl olsun ki… eğer günü gelse semirip kalsak biz ölürüz. O zaman kim yazı yazar, kim bir kitabın heyecanını duyar, kim birkaç gencin sorusuna cevap vermekten mutluluk duyar? Şiirin hazzını kim yaşar?
Bizim dünyamızda yağmurun da manası  başka, tarlanın da…
Biz de yağmur bolluktur, berekettir. Yağmur, hüzündür, mutluluktur. Yağmur, iyi bir dostla yollarda yürüyüp sırılsıklam olmaktır.
Tarla, alın teridir, emektir. Her gün rızık olur, ekmek olur soframıza gelir. Bazen sadece ekmek yersin, karnın doyar. Ekmeğin iyi pişmiş kabuğunu, az pişmiş tarafına katık yaparsın, mutlu olursun.
Bizi mutlu etmeye ne var? Güzel bir söz olursa, hele bir de yanında tebessüm, her şey tamam olur. Bizi aldatmak da kolaydır o yüzden. Sahte bir heyecanla söylediklerinize inanmış gibi yapın yeter. Sizin samimiyetsizliğinizi ölçecek terazi yok bizde.

Bizim dergahımızda siyaset de yok, ticaret de yok. İlmin, aşkın, kitabın, şiirin yerine biz başka bir şey koyamayız. O yüzden üç beş ucuzcu çerçinin fitnesi fesadı tırıs geldi, tırıs gitti.  Biz menfaat kapısında oturmadık, yağcılık yapmadık, yağdanlık olmadık diye karın ağrısı ürettiler ama sadece mideleri zarar gördü.
Bizim dergahımızda ne zaman doğruya doğru, eğriye eğri denmedi? Makam mevki  ve saltanat kapısı  icat edenler, ne zaman o kapıda bizi mürit olarak gördüler? Daha dün demiyorlar mıydı, önce aç karnınızı doyurun diye. İyi ama bizde karın tokluğu olursa işler yürümüyor. Hele hele saltanat kayıklarına binersek ne şiir yazabiliyoruz, ne hikaye. Bizim ağzımızdan soğan ekmek kokusu gelmeli ki işin özüne varalım. Kimi gün o kızmalı, kimi gün bu.  Dokuz köyü aşıp onuncu köye varmalı ki doğru yolda olduğumuzu bilelim. Yoksa Allah korkusunu unutup kul korkusuna düştük mü, işte o gün bittiğimiz gündür.
Hele bir de nefsin eline düşmek var ya… işte korkuların bir büyüğü de odur. Haram lokma, gurur, kibir… Müslüman adama nefis beladır. Her şeyin O’ndan gelip O’na gittiğini unutmak ne demek? Siz kutsal kitaplarda yazanları hikaye mi zannediyorsunuz? Söylüyorsunuz ama söylediklerinize inanmış gibi mi yapıyorsunuz? Öyleyse yanmadığınız halde yanmış gibi, donmadığınız halde donmuş gibi yapmak hangi vicdana sığar, sadece kendinizi aldatıyorsunuz. Mağmadan haberiniz yok mu, kutuplara gitmediniz mi hiç?
Yazdığımız kitaplara, şiirlere hor bakanlar, sadece aynaya bakıp kendini görenler olmalı. Kadirşinaslığı, alicenaplığı elden bıraktınız ama af kapısında hangimiz oturmuyoruz ki…
Yıllardır dünyanın gelip geçiciliği  üzerine çok şey söylediler. Bunlardan biri dahi ulaşmadı  mı sana? Yani ne demek istiyorsun, ben dünyanın saltanatını süreyim de öbür tarafa ya varırız ya da varmayız mı diyorsun?
Dünya nimetini  gözünde çok büyütme. Tok olmak kadar aç olmanın da kıymetini bil. Eğer bir mevki makam verilmişse sana, emaneti nasıl muhafaza ettiğini görmek içindir. Sen gizli kamera koydular mı acaba diye korkarken dünyada hiç göremeyeceğin en gizli kameralar seni takip ediyor.
İyi ki mahkemeye vermediler, iyi ki hesaba çekilmedim, sadece Allah’a havale ettiler diye seviniyorsun ya, daha ne deyim sana?
Sen yağmur nereye yağarsa tarlayı oraya kaldırmaya devam et. Bu sözlerim vicdanını kanatmasın sakın. İnsan, inandığı yolda ilerlemeli. Sendeki bu liyakat, bu asalet, bu adalet, bu seciye, bu seviye bizim semtimize bile uğramamış, bütün çekememezliğimiz budur.

Yorumlar