DULKADİRLİ SİPAHİLERİNİN KÖYÜ: GÜLVEREN

Kıymetli Dostum Hakan Sarıçiçek’le geçen hafta Tomarza’nın Gülveren köyüne gittik. Köyde Gül Baba türbesi var. Aslında Gül Baba adını taşıyan yurdumuzun dört bir yanında hatta Macaristan’da dahi türbeler var. Nedir Gülveren’deki Gül Baba’nın sırrı? Aslında köydeki Gül Baba türbesi çok yakın zamanlarda inşa edilmiş. Yani türbenin tarihi bir yönü yok. Ancak, türbe yapılmazdan evvel halk bu tepeye “Evliya” adını veriyormuş. 20-25 yıl öncesine kadar köyden birileri çıkıp da bu tepeye neden evliya diyorlar, bu işin hikmeti nedir dememiş. Hatta burada bazı aileler hayvan gübresini serip kışlıklarını türbenin olduğu yerde hazırlıyorlarmış. Bir gün türbenin yakınında oturan bir kişiye bir rüya malum olmuş. Bu rüyada türbede yatan zat, malum olduğu kişiye, bu hayvan gübresinin buradan alınmasını istemiş. Köy halkına bu rüya anlatıldığında adama evliyanın yattığı yeri sormuş köylüler. Adam da eliyle koymuş gibi, işte evliya şurada yatıyor demiş. Orayı açmışlar ki, bozulmamış bir erkek cesedi var. Yanında bir başka ceset daha varmış ama onun iskelet halinde durduğunu söylüyor köylüler.


Maraş Tahrir Defterinde köyün adı Güllü Viran şeklinde geçiyor. Bugünkü Gülveren adı, bu ismin zamanla değiştirilmiş biçimi. Peki ama Güllü Baba ya da Gül Baba adı nereden geliyor? Köyden bana nakledilen rivayet şöyledir: Köylüler buraya bir türbe yaptırmaya karar verdiklerinde ustalar türbede çalışmaya başlamışlar. Ustalar, zaman zaman mola verdiklerinde çay içerlermiş ve bardaklarını da türbenin içinde bırakır, bir gün sonra yeniden gelir, çalışırlarmış. Bir gün ustalar gelmişler ki türbenin içindeki bardaklar gül biçiminde kırılmış. Buna köylüler de şahit olmuşlar ve evliyanın adının Gül Baba olduğuna karar vermişler. Bazı köylüler ise, 1974 yılındaki Kıbrıs Barış Harekatına katılan bazı askerlerin Gülveren köyüne gelerek bu yatırı Kıbrıs’ta harp ederken gördüklerini ve “Baba, sen kimsin?” diye sorduklarında bu zatın, “Ben Gül Baba’yım, benim mezarım Tomarza’nın Gülveren köyündedir” şeklinde ifade ettiklerini söylüyorlar. Köylüler, onun türbesini yaptırarak üzerlerine düşeni yaptıklarına inanıyorlar.

Köyün mezarlığı da türbenin hemen yanındadır. Bir çoğu kitabesiz olan ve 19. yüzyılda yapılmış yakın dönem Osmanlı mezarlarının bulunduğunu gördüm. 1800’lerin başında yapılmış bir mezarda ise Sipahizade Mehmet adını okuyabildim. Aslında bu isim de oldukça ilginçtir. Köyde Sipahi adı “Ispâ” şeklinde kullanılıyor ve Sipahi adı zamanla böyle bir kısalmaya uğramış. Aynı şekilde Kayseri’deki Sipahi Çarşısının “Ispa Çarşısı” biçimine dönüşmesine benzer bir değişiklik gözüküyor. Hep söylüyorum, Zamantı bölgesi Dulkdirlilerin sipahilerinin yaşadığı köylerle doludur. Bugün Tomarza’nın, Bünyan’ın, Pınarbaşı’nın, Akkışla ve Sarıoğlan’ın köylerinde çok miktarda sipahi oturmakta idi. Bunlara Sipahi yahut da Eşkinci deniyordu. Bunlar önceleri Dulkadirli birliklerinde sonra da Osmanlı ordusunda savaşan askerlerdi. Eşkinci adı ise, sefere iştirak eden sipahilere verilen bir isimdi. Yörük ve Türkmen grupları arasında sayıca en fazla olanlar Eşkinci ve Yamaklardır. Bunlar için “ocak” tabiri de kullanılıyor. Fatih Kanunnamesinde belli sayıda bir aile ünitesinden oluşan bu ocaklarda 24 kişi bulunuyordu. Bunlardan biri Eşkinci, üçü Çatal ve yirmisi de Yamak oluyordu. Eşkinci, o yıl sefere katılandır; Çatal ise, o yıl nöbeti olmayan Eşkinciye verilen isimdir. Ertesi yıl, Çatallardan biri nöbete gider ve bir önceki yıl nöbet tutmuş olan Eşkinci, nöbeti bırakarak Çatal olurdu.

Ben, köydeki Ispâlar (Sipahi Oğlu) kabilesini görünce Dulkadirlilerin bu köye de sipahilerini yerleştirmiş olduklarını anladım. Bu aile, köklerinin Dulkadirlilerden geldiğini biliyordu. Hatta bu aileden bir büyüğün adı da “Zulkadir” idi. Demek ki, bu topraklarda bir zamanlar sipahiler vardı ve her yıl nöbeti olan sefere katılıyor; diğerleri ise kendilerine verilen arazilerde ekip biçiyorlardı. Zaten, bu köyün hemen yakınında Alaybeyli köyünün bulunması da çok ilginçtir. Çünkü, civar köylerde sipahiler oturduğuna göre bunların yöneticileri olan “Alay Beyi” de bu mıntıkada yerleşikti.

Köyün Dulkadirlilerle ilgisini göstermek bakımından köydeki bir sülalenin daha önemine değinmek isterim. Bunlar da köyde “Bekdeşli” diye bilinen kabiledir. Bekdeşli adı, aslında Bektaşlı adının zamanla küçük bir değişime uğramış biçimidir. Biz Bektaşlıları ( Bektaşoğlu), 16. yüzyıl kayıtlarında rahatlıkla görebilmekteyiz. Bektaşlılar, Dulkadirli soyundandır ve Oğuzların Bayat boyundan gelirler. Nüfuslarının sayıca fazla olmasına rağmen bunların Kayseri’de dağınık bir biçimde oturduklarını görüyoruz. 1520 yılında Kızılırmak boylarında görüyoruz. Aynı zaman diliminde Kayseri şehir merkezine konan Bektaşlılar, kendi isimleriyle bilinen Bektaşlı mahallesindeler. Bunlardan bir bölüm Zamantı’da ve Develi Harmancık’ta görülüyorlar. Harmancık, şu an Develi’nin şehir merkezinde kalmıştır. Tomarza yöresinde ise, 1584 yılında rastladığımız oymak, Bektaşlu adını taşıyordu ve Köstere Yörüklerine dahil olmuştu ve Şeyh Barak Yörükleri ile birlikte hareket ediyordu. O zamanlar Orta Viran mezraında 16 hane nüfusları kayıt altına alınmıştı.

Şimdi düşünelim, aradan bunca sene geçmesine rağmen bu Türkmen oymağı hem de aynı adla, aynı bölgede karşımıza çıkıyor. Bundan büyük bir mutluluk duyduğumu söylemeliyim.

Kayseri’de Dulkadirli beylerinin birçok eserleri var. Nasıreddin Mehmed Bey’in yaptırdığı medrese, Melik Arslan Bey’in Muncusun köyüne yaptırdığı cami, Alaeddevle Bey’in ve Karaca Bey’in birçok camii yaptırdıklarını, zaviye açtıklarını biliyorum. Onlardan Emir Halil Bey de Pınarbaşı’nın Melikgazi köyünde Melik Emir Gazi’nin türbesinin yanındaki türbede yatıyor. Halk onu da unutmamış. Melikgazi köyünde sordum, burada yatan Emir Halil Bey’dir cevabını verdiler. Hatta burada Dulkadirli Beylerinden Süleyman Bey’in kızı Mısır Hatun’un da türbesi var. Büyük Bürüngüz köyünde 16. yüzyılda yapılan Alaeddevle Camii var. Halk, bu camii Alaeddevle Bey’in yaptırdığını söylüyor ve caminin yanındaki kitabesiz mezarın da Alaeddevle Bey’in mezarını olduğunu ifade ediyorlar. Büyük Bürüngüz köyünde oturan İlbeyli Türkmenleri de Dulkadirlilerden olduklarını söylüyorlar. Bunun gibi Amarat beldesindeki İlbeyliler ve Köseler de Dulkadirlilerden geliyorlar.

Yani bizim bölgemizdeki Dulkadirli izlerini bu küçük yazı ile anlatmak imkansız gözüküyor. Gülveren köyü ile çıktık yola, bakın nerelere kadar uzandık. Dulkadirlileri daha da anlatacağa benziyorum. Çünkü, Kayseri’de Dulkadirli soyundan oldukça çok insan var.

Yorumlar