Bir Günlük Amarat Maceramız / S.Burhanettin AKBAŞ

S.Burhanettin  AKBAŞ
1998 yılında Kızılırmak Belgeselinin çekimleri sırasında planımızda yer almadığı için çekemediğimiz Amarat Kasabasını geçtiğimiz pazar günü çekme fırsatı bulduk. İnşallah bu Pazar Amarat kasabası çekimlerimizi Bindallı’da saat 21.00’den sonra izleme fırsatı bulacaksınız.

AMARAT ÖRNEK BİR KASABA OLDU

Amarat’a gidişimizin bir sebebi de Amarat kasabasının örnek faaliyetini yerinde görmek ve bu faaliyete destek vermek içindi. Çünkü, kasabaya bir halk kütüphanesi açılıyordu. Hayırsever Amaratlılardan Faruk Ergan Bey, babası adına bir hayır yaparak köye bir kütüphane açmaya karar vermişti.
Amarat’ta pırıl pırıl çocuklar bu kütüphanedeki kitaplardan faydalanacaklar. Hepsinin gözlerinde aynı pırıltıyı görmek mümkün. Yeter ki bu milletin çocuklarının önüne imkanlar hazırlansın, neler olmaz ki... Lakin, biz bu fırsatı çoğu zaman kaçırıyoruz. Bu çocuklar için, gençler için ne yapılsa azdır. O yüzden Faruk Ergan Bey’i kutluyorum. Bu örnek faaliyete destek veren Kocasinan Kaymakamı Nadi Kılınçaslan, Kayseri Ticaret Odası Başkanı Hasan Ali Kilci ve Amarat Belediye Başkanı Rıfat Ergan törende güzel konuşmalar yaptılar. Amarat Yardımlaşama ve Dayanışma Derneği üyeleri de bu çalışmaya büyük destek vermişler. Bu da Amarat adına bir güzelliktir bence.
Amarat gibi 2000 nüfuslu bir kasabanın yaptığı örnek faaliyetin diğer beldelere de örnek olmasını diliyorum.

AMARAT’TA İNANILMAZ MANZARALAR

Amarat’a  Yüreğil köyü üzerinden ulaşıyoruz. Bu harika platoları izlerken yolun vahim hali insanı düşündürüyor. Amarat’a yaklaştığımızda ise yol tamamen stabilize yola dönüşüyor. Öncelikle bu yol sorununu çözmek gerektiğini düşünüyorum.
Amarat’ta Evliya Tepesi denilen bir yer var. Burada kurumuş bir ahlat ağacının yanında birkaç evliya mezarı var. Kızılırmak, bu tepeden çok çok aşağıda büyük bir uçurumdan sonra kıvrım kıvrım akıp gidiyor. Hemen ileride Roma Dönemine ait olduğu söylenen Zırha Kalesi’ni görmek mümkün oluyor.
Bizi kasabaya getiren arkadaşlarımız Mustafa Yıldız, Semih Köse...  Karakayalı şair arkadaşımız Ali Rıza Navruz ve ben  bu tepeden ve kurumuş ahlat ağacından etkileniyoruz.
Mustafa Yıldız ve Semih Köse bu tepenin uzun zaman adak yeri olarak kullanıldığını anlattılar. Ahlat ağacında da hala eskiden bağlanmış çaputların küçük parçaları kalmış. Çocuğu olmayan kadınlar, inekleri doğurmayan çiftçiler bu tepenin etrafında  yedi defa dolaşırlar ve adak adamak için evliyaların yanına gelir, ahlat ağacına çaput bağlarlarmış.
Amaratlı Şair arkadaşımız Ferit Mustafa Yıldız, bu tepe için yazdığı bir şiiri okudu:
            Evliya tepesinde kurudu ahlat
            Tenden uçan ruha da okundu salat
            O batıl adaklarla kovuldu vuslat
            Ziyaretçin gelmez oldu evliya
            ......
AMARAT’TA BİR ÖRNEK ÇALIŞMA DAHA...
Hoşuma giden bir başka konu ise Amaratlıların yörelerinin ağaçlandırılması için yürüttükleri çabalar oldu. Kasabada aile ormanlıkları bile kurulmuş. Kızılırmak’a inerken yolda Köseoğlu ailesinin kurduğu aile ormanlığı olduğunu görmek bizleri mutlu etti.
KIZILIRMAK, AH KIZILIRMAK...
1998 yılında çekimini yaptığımız Kızılırmak Belgeselinden bu yana Kızılırmak’a meftunluğum her gün biraz daha artıyor. Amarat kasabasında yükseklerden ırmağa doğru indik ve bir patikadan ırmak boyunca yürüme imkanı bulduk. Tabiat inanılmaz manzaralar çiziyor. Kızılırmak vadisi tam bir cennet. Yol kenarlarında Amaratlıların bağları var. Lakin kimileri bakımlı kimileri bakımsız. Çünkü, Amarat da göç veriyor. Kayseri’ye, Avrupa’ya... Bu topraklara bakan kimse kalmıyor. Eskiden kazan kazan pekmez kaynatan insanlar için artık bir çok şey mazide kalmış. Ne hüzünlü ve ne garip bir şey bu. Pekmezimizi, pestilimizi, bastığımızı unutmak ve böyle bir ekonomik değeri değerlendirememek ne kötü bir durumdur.
Sonra da toprakları boşaltıp başka diyarlara gitmek, aklımız bu topraklarda kala kala...

KIZILIRMAK’TA 40 KİLOLUK YAYINLAR VAR

Amaratlı Balılçı Baki Bey, Kızılırmak’ta yıllardır avlanan bir balıkçı. Kızılırmak’ta tuttuğu 40 kiloluk bir yayın balığını gösteriyor bizlere şaşırıyoruz. Lakin, biraz da tereddütlüyüz açıkçası. Neden mi? Çünkü, bu işin de fırsatçıları var. Hem de doğayı büyük felaketlere uğratabiliyorlar. Son iki yıla kadar dinamitle balık avlayanlar varmış. Kızılırmak’ta ne var ne yok her şeyi yok eden bu adamların önüne bir set çekilmiş. Acaba, bu görüntüler yayınlanırsa –ki basında daha önce de yer almış- bu kaçak avcılar, yine yasak olarak avlanmaya gelirler mi diye endişe duymaktalar. Görev yine Baki Beye ve Amaratlılara düşüyor bence. Kızılırmak’a sahip çıkmak gerek, doğayı seven insanlardan da bunu beklememiz gayet normal... Bu insanlara fırsat vermeyeceklerdir.

UYUZ PINARI DİYE BİR YER

Kızılırmak’ın hemen birkaç metre ötesinde soda suyuna benzer bir kaynak suyu ile karşılaşıyoruz. 1950’li yıllarda içmece ve kaplıca olarak değerlendirmiş olan bu şifalı su bugün bakımsız bir halde duruyor. Cilt hastalıklarına, böbrek ve safra kesesi hastalıklarına iyi geldiğini söylenen bu suyun burada boşu boşuna akıyor olması da bir garip. Coğrafyamızın verdiği imkanları kullanamayışımızı hayretle yazacaklar bizim tarihimizi yazanlar ve diyecekler ki “büyük bir zenginliğin içinde fakir olarak kaldılar”. Uyuz Suyu da böyle bir zenginlik işte... Allah’ın bir lütfu ama ...
AMARAT’IN TARİHİNİ YAZMAK...
Amarat’ın tarihini yazmak elde belge bulunmadığı için oldukça zor. Kaba taslak bir bakış açısıyla Amarat’ta Türk öncesi döneme ait buluntular var. Bunların büyük bir bölümü Roma dönemine ait mermer sütunlardır. Gümüşlüce adı verilen yerde de eski bir Hıristiyan yerleşim yerinin olduğu anlaşılıyor. Çünkü, bu mermer kalıntılar hep buradan çıkarılmış. Zırha Kalesi ile Harsanış Kalesinin de Roma döneminden kaldığı anlaşılıyor.
KÖYÜN ESKİ ADI İMARET...
Amarat’ın eski adı İmaret’tir. Bugün Kızılırmak üzerinde yıkıntıları bulunan Kesik Köprü’yü Gürcü Bey isimli bir bey yaptırmış. Gürcü Bey Köprüsü Amarat ile Çukur’u birbirine bağlıyormuş ve geçenlerden belli bir ücret alınırmış. Bu gelir Gürcü Bey’in kervansarayına ve türbesine vakfedilmiş ama bu vakıf hakkında da yeterli bilgimiz yoktur.
Köye bağlı bir Sa’di mezraı da vardır. (16. yüzyıl) Bugün halkın Seydili dediği ve kalıntılar bulunan yerdir. Bu mezraın da Amarat’a göçmüş olması muhtemeldir. Halkın ( Seydi-li) demesi de gösteriyor ki, bu isim konar göçer Türkmen topluluklarının adıdır. Yer adlarındaki –lı/-li şeklindeki ek konar göçer Türkmen topluluklarının adıyla ilgilidir. Mesela, Sarımsaklı ve Soğanlı gibi adlar, orada sarımsağın ve soğanın çok yetişmesi ile ilgili değildir. Oraya yerleşen Türkmen topluluğunun adıyla ilgilidir.
Köyün etrafında Oğuz Türklerinin yerleşimini gösteren Yüreğil ile Karakaya köyleri vardır. Yüreğil zaten bir boy adıdır. Karakaya ise Oğuzların Kayı boyu ile bağlantılıdır.
Kızılırmak havzası 17. yüzyılda yöreye yerleşen büyük bir Türkmen topluluğu olan Bozulus Türkmenlerinin oymak adları ile doludur. Fakat, Çukur ve Amarat gibi yerlerin yerleşiminin çok daha eskilere dayandığını 16. yüzyıl kayıtlarından anlıyoruz. Bundan anlaşılıyor ki Amarat ve Çukur, Moğol İstilasından sonra Anadolu’ya Suriye üzerinden gelen Türkmen topluluklarının kurduğu bir yerleşim yeridir. Çevresinde bu dönemde kurulan Yüreğil, Kızık, Karakaya gibi köylerle Amarat’ın Türklerce kuruluşunun aynı dönemde olması lazımdır. (14. Yüzyıl)
Yörede geçen Evliya Tepesi ve Yellice Evliya gibi yer adları da Anadolu’ya yerleşen alperenlerin yattığı mezarlardan olsa gerek. Eskiden beri evliya yatağı olarak çevre köylülerce sık sık ziyaret edilen Amarat, bu özelliğini Amarat’ı kuran bu evliyalardan almıştır.

BAĞARGAN’DA BAĞIRTIRLAR, ÇAĞŞAKALTI’NDA ÇAĞIRTIRLAR

Amarat’ta böyle diyorlar. Bağargan ve Çağşakaltı, yöredeki yer adları... Bağargan’da çok güzel orman örtüsü var. Eskiden çok daha sıkmış bu ormanlık alan ama bu haliyle bile oldukça etkileyici gözüküyor. Burada kazanlarda pişen etli pilavı yufka ile yedik. Nefis bir havası ve suyu var. Hemen ilerideki Karapınar, iyi bir piknik alanı...
İnşallah bu doğal dokuyu Amaratlılar muhafaza etmeyi başarırlar.
Bağargan’da niye bağırtırlar diye soracak olursanız,  yörede arazisi olanların insanları korkutmak amacıyla söyledikleri bir söz olarak yorumlanmasına rağmen, ben bu sözlerin yöredeki derin vadilerde sesin yankılanması ile ilgili olduğunu düşünüyorum.
 KAYABOYNU VE GELİN ATAN KAYA
Amarat Platosunun Kızılırmak yönünde gerçekten görülmeye değer uçurumlar var. Bunlardan birincisi Kayaboynu. Burada insan Kızılırmak’a bakmaya korkuyor, o derece derin bir kalyon... Çok etkileyici... Bu kalyonun hemen altında Gelin Atan Kaya var. Rivayete göre bir gelin bu kayalardan kendini Kızılırmak’ın sularına bırakmış, vazgeçmiş hayatın baharından yazından ve kaybolup gitmiş bu sularda.
ASTIM VE BRONŞİT...
Böyle nefis havası ve suyu bulunan ve enfes tabiat manzaralarının hemen yanı başında yaşayan Amaratlılarda çok fazla astım ve bronşit hastalığının bulunduğunu söylediler. Kızılay’ın sağlık ekibi de yörede yaptığı küçük çaplı taramada bu durumu tespit etti. Kayseri’de yaşayan Amaratlıların bu konuda da bir çalışma yürütmesi yerinde olur. Bu insanların dertlerine deva olmak lazım.
Aslen Amaratlı olan günümüz şairlerinden Osman Selim Kocahanoğlu, Amarat Destanı isimli şiirinde Amarat’ı şöyle anlatıyor:
            Amarat Destanı
Kerpiç evleri dağa yaslanmış köyüm
Pınarlardan soğuk sular kaynardı
Selam getirdi doğulu rüzgar
Köyümüzde burcu burcu kokardı

Bizim köyde donsuz gezen öksüz çocuklar
Çıplak ayakları taşlar yırtardı
Güneş toprağı ateş gibi kavurur
O, çıplak ateş gibi kavurur

Bizim köyün önünde Evliya Tepesi
Yıkık türbesinde ermiş yatardı                          
Başucunda kimsesiz ahlat ağacı
Uzaktan gelen yolcular adak adardı

O bölgede dağlar irili ufaklı
Gündüzler el ele, gece sırt sırtalardı
Akdağlar kuzeyden poyraz aşırır
Güneyden Erciyes kar postalardı

Destan böyle uzayıp gidiyor. Hepimiz öyle değil miyiz? Bir köyün bir kasabanın sımsıcak topraklarından kopup geldik. Geleneklerimizi, köyümüzün kasabamızın o sıcak havasını, komşuluklarını, arkadaşlarını özler dururuz ama söylediğimiz türküler “haydi gel köyümüze geri dönelim” türküsünü dinlemekten öte başka bir işe yaramaz. Kimsenin köylere, kasabalara geri döneceği de yok. Yeni kuşaklar hep şehirde büyüdüler. Ama bizler, bu hasreti hep yaşayacağız, belki o hasretlik duygusuyla öleceğiz.
            Kocahanoğlu, Amarat’ta yaşamıyor ama köyünü gönlünün derinliklerinde her zaman yaşatıyor besbelli. Hele onun bir  “Özlem” şiiri var ki... Şairin doğup büyüdüğü yerleri nasıl özlediğini anlatıyor. Buram buram hasretlik kokuyor her satırında.
            Özlem
Burcu burcu kokar senin güllerin
Akar boz bulanık bahar sellerin
İnip çıkan kıvrım kıvrım yolların
Gurbet elde beni çeker mi çeker

Tütüyor gözümde yeşil tepeler
Yaz yağmuru gönlüm üzre sepeler
Allı pullu kızlarında küpeler
Zülfünün altına, takar mı takar

Beni benden alır gider duygular
İçimi sızlatır o soğuk sular
Karapınar, Kızılpınar, Ağpınar
Dişlerim ağzıma, döker mi döker

Çiğdemle sünbülün açar baharda
Kartallar oynaşır sarp kayalarda
Kızılırmak deli deli çağlarda
Yaz gelince durgun, akar mı akar

Her nine ozandır vurur teline
Kınalar yakılır nazlı geline
Yosmalar testiyi alıp eline
Pınar dönüşünde seker mi seker

Çocuğun özleyen analar gibi
Nişanlı bekleyen sunalar gibi
Gurbatten sılaya turnalar gibi
Uçmasam hasretin yakar mı yakar

Kağnılar söylerdi çile türküsü
Tüten buğu buğu toprak kokusu
Bir ömre adanmış hayat şarkısı
Selim’i peşine takar mı takar

Bu güzel şiirleri bize ulaştıran ve 1992 yılında “Amarat kasabası Tanıtım Rehberi”ni hazırlamış olan Ramazan Taş Bey’e teşekkür ediyorum.

Yorumlar