Ermeni oyunları ve kitaplar / Mustafa Miyasoğlu / Milli Gazete




Birinci Dünya Savaşı ve ardından isyan edip düşmanlarla işbirliği yapan Hıristiyan ve Yahudi azınlıklarla ilgili çok az bilgimiz var. Yedi düvele karşı savaş verilmiş, Birinci Dünya Savaşı kaybedildikten sonra işgalciler İzmir ve İstanbul'dan başlayarak Osmanlı topraklarının yarısından fazlasını işgal etmiş ve biz de Anadolu çocukları olarak bu işgal yönetimini benimsemediğimiz için İstiklâl Savaşı'nı başlatmıştık. Bu azınlıklar o dönemde de işgalci güçlerle işbirliği yapmışlardı. O yüzden de çatışmalarda tümüyle yok olmalarını önlemek için Osmanlı yönetimi tehcir yoluyla Ermenileri yok etmeyi değil, varlıklarını korumaya çalıştı. Ermeni oyunlarının 100 yıllık tarihi dikkate alınmadan konuyu değerlendiremeyiz.
Birinci Dünya Savaşı ile İstiklâl Savaşı yıllarında Ermeni halkının tutumu bilinmeden onların başına gelenlerin anlaşılması zor. Osmanlı onları yok etmek isteseydi, bunu son yüzyılın zor şartlarına bırakmaz, daha önceden çözülürdü. Fakat bağısızlık hayalleriyle Batı Avrupa emperyalistlerinin vaatlerine kanan Ermeni komitacılar, yıllardır rahat durmuyor, kiliseleri silahla doldururken yeni nesilleri de kinle besliyorlardı. Ermeniler bu yolda Osmanlı askeriyle girdikleri çatışmayı değerlendirmek yerine, çatışmalarda veya tehcir yolunda kaybolan nüfusu bir soykırım olarak değerlendirmek kastına giriştikleri için, 100 yıla yakın bir zamandır tezgahlanan Ermeni Oyunları ve ile Batı Avrupa işbirliği yeterince anlaşılamıyor. Bu oyunun tezgahına son olarak Amerika Temsilciler Meclisi Dışişleri Komitesi de düşmüş oldu.



Bu tasarının Komite Başkanı Yahudi asıllı delegenin çabalarıyla ve Davos intikamını alırcasına, tek oy farkıyla aleyhimizde bir karara yol açması bizi hiç de şaşırtmasın. 19 Batı Avrupa ülkesine 20. olarak ABD de katılmış olsa gerçeği değiştiremezler. Sonuç hiç de sanıldığı gibi sürpriz olmadığı gibi, Türkiye aleyhinde bir gelişmeye de yol açamaz... Çünkü açılımın Ermenistan ayağını tıkadığı gibi, bu karar tasarı Türkiye üstündeki baskıları da son verir. Karabağ konusunda bizim elimizi güçlendirebileceği gibi Irak ve Afganistan'da tıkanır.

Ermeni kini dünyayı yanıltıyor

Hırant Dink'in Ermenilere hitaben yazdığı, damarlarınızdaki Türk düşmanlığını körükleyen pis kanı temizleyen mealindeki cümleleri aslında çok anlamlı. Bu cümleyi yanlış anlayan Yüksek Yargı onu mahkum ederek Ergenekoncuların hedefi haline getirmeseydi, belki bizim vatandaşımız olarak o ve öteki Ermeniler bizim dünyaya anlatamadığımız ve biraz da mesele gerçekten etmediğimiz konuların daha iyi anlaşılmasını sağlarlardı.
Osmanlı Türklerinin çocukları olarak, 20. yüzyıldaki en büyük insanî ve kültürel soykırımı yaşadığımız, topraklarımızın nüfusumuzun üçte ikisini kaybeden bir toplum olduğumuz halde, her bakımdan sırt üstü yatarak bunu ve benzeri önemli meseleleri dert etmemeyi içimize sindiriyoruz. Etrafımız düşmanla çevrili diyen ve milleti kendine râzı eden kuş beyinli yönetimler, iç tehdit paranoyasıyla millete rahat vermediği gibi gerçek tehlikelere de kulak asmamayı ilke edinmişlerdir. Bu arada topraklarımızda gözü olan Rumlarla Ermeniler de her fırsatta Türkiye düşmanlığı yaparak, başka ülkelerin parlamentolarında aleyhimizde karar çıkarmaya ve bizi kazandığımız İstiklâl Savaşı'nın imtiyazlarını yaşamaya değil de kaybettiğimiz Birinci Dünya Savaşı'nın tazminatlarını ödemeye mahkumiyeti devam ettirmek istiyorlar. CHP zihniyetli despotlarla Batılıların haklılığına inanmış monşerler de susuyorlar.
Halbuki, bu ülkenin bağımsızlığı ve Anadolu topraklarındaki egemenliği kolay kazanılmadı. Bunun önemini ve nelere mal olduğunu yeni nesillere ve dost-düşman bütün dünyaya iyi anlatmak zorundayız. 10 yıl süren bir dizi savaşın sonunda İstiklâl Savaşı kazanıldı ve düşmanla işbirliği yapan Rum ve Ermeni azınlıkların önemli bir kısmı ya kendilerinin kararıyla, yahut da mübadele yoluyla eski Osmanlı topraklarını terke mecbur kaldılar. Doğdukları ata topraklarını terke mecbur oluşlarının iki önemli sebebi var: Birincisi ihanet, ikincisi de Rumeli'den atılmak istenen Türklerle mübadele mecburiyeti...
Durumu özet olarak da bilmeyen bizim aydınımız gibi dünyanın tavrı tuhaftır.
Bu yolda üç kere Osmanlı askeriyle girdikleri savaşları, önce âsi, sonra Fransız ve Rus orduları üniformasıyla yöneticilerine karşı çıkışlarını dikkate almayan Ermeniler, dünyayı yanıltıyorlar. Bütün bunlardan sonra da bağımsız Ermenistan askeri olarak, Kazım Karabekir komutasında savaşan Osmanlı ordusuna yenildiler ve Kars Anlaşması ile silah bıraktılar. Şimdiki davalar birer oyun...
Şimdi her şeyi unutalım, Birinci Dünya Savaşı öncesine gidelim diyorlar. Kim savaştan önceki durumu istiyorsa, önce faturalarını ödemeli ve yoksa savaşın sonuçlarına katlanmalı. Kars Anlaşması'nı imzalayanların aklı yok mu? Peki, siz döktüğünüz kanları ve Van başta olmak üzere bulduğunuz müslümanı öldürdüğünüz gerçeğini nasıl açıklayacaksınız?
Kısacası, biz yakın tarihimizi bilmiyor ve bu bilgisizlikten doğacak sıkıntıları ciddiye almıyoruz. Osmanlı düşmanı olan, bu düşmanlığı Batılıların haklılığına kadar götüren bir gönüllü sömürge aydınının baskısı altında, haysiyetini kaybetme riskiyle uluslar arası anlaşma zeminlerinde dolaşıyor ve gerçekten de bağlayıcı anlaşmalara imza atıyoruz. AB ve ABD ile ilişkilerimizdeki pürüzler, belki de kimseyi dinlemeyen yönetimleri uyarıyor.

Ermeni ve azınlıklar meselesiyle ilgili kitaplar

Başlangıçta, resmi dış politika "Yurtta sulh, cihanda sulh" şeklinde ifade edildiği için, Türkiye'deki okul kitaplarıyla resmi tarih kitaplarında Ermeni Oyunları ile ilgili yeterli bilgi yoktur. Aydınlarımızın yetersizliği devlet politikasına da yansımış, 1980 öncesi ve sonrasında Asala Terörü dışında Ermeni meselesi kimseyi ciddi olarak ilgilendirmemiştir.
Konuyla ilgili yeterli kültür kitaplarının, edebi eserlerin ve filmlerin olmadığını, devletimiz kadar aydınlarımızın meseleyi kulaktan dolma bilgilerle halletmeye çalıştığımızı herkes biliyor. Bazıları bilmedikleri konuda Ermenilerden özür dilemek için imza topladılar, itibar kazanmaya çalıştılar. Orhan Pamuk da bu yolla Nobel ödülünü kazandı.
Kitaplarla aydınlarımızın çok da ilgili olmadığı, klasik devirleri anlamak için Osmanlıca öğrenmedikleri gibi yakın tarihi öğrenmek ihtiyacı da duymuyorlar. Bunlara benim tavsiye edebileceğim kadar ciddi pek çok kitap yayınlandı. Ben bunlardan bazılarının adlarını vereceğim sadece: Taha Akyol / Türkler ve Ermeniler (2009) ile Sosyo-Kültürel Açıdan Ermeniler ve Türkler / Dr. Cahit Külekçi (Kayıhan, 2010)... Bunlar tarihi olduğu kadar sosyal nitelikli araştırmalardır. Konuyla ilgilenenlerin objektif bilgilere ulaşmasını sağlayabilir.
Ayrıca, edebi çalışmalar arasında, ismini özellikle zikretmek istediğim pek çok kitap var: Öncelikle Son Ermeni adlı, Abdullah Ayata'nın yazdığı ve pek çok kere basılıp geniş okuyucu kitlesine ulaşan roman, Kayseri çevresindeki Ermenilerin hayatını güzel anlatır. Onun başka kitapları da var ve Anadolu'dan göçmüş azınlıkların meselelerini ele alır.
S. Burhanettin Akbaş'ın "Hey Andon!" adlı kitabı da yine Anadolu'daki bu tür göçe mecbur kalan insanların, özellikle de Ermenilerin hayatına ve sonraki maceralarına ait pek çok gerçeği ve acılı hayat tecrübelerini gözler önüne serer. Devamını ve benzerlerini anlatacak yazacak arkadaşlardan biri olan Oğuz Özdem de Biz Vatanımıza Hasret Öldük Yavrularım adlı kitabıyla Kapadokya'dan ayrılmış Rumların acılarını anlatıyor. "Belgesel Anlatı" olarak sunulan ve Ermeniler kadar Rumların da ilgi çekici hikâyelerine kulak vermemizi sağlayan bu kitabın kapağındaki şu iki mısra, yaşanan acıları çok güzel özetliyor: "Türkiye'den kaldırdılar bizleri / Kan ağlıyor hepimizin gözleri
Bu arada, son günlerde elime geçen Mustafa Akgün imzalı, Tamar - Ağrı'da İki Mevsim adlı roman da ilgimi çekti. Bir Coğrafyanın Kanayan Yüzü olarak sunulan, Türk-Ermeni meselesini ele alan bu roman, konuyu insanî ortak paydalarla ele alıp barış içinde yaşamaya yönlendirme yollarını aramaktadır. Ermenileri istismar eden Batı devletlerinin riyakârlığı sonucu ortaya çıkan korkunç hadiseler değişik yönlerden ele almaya çalışmaktadır. Bu yazarımızın gençleri ilgilendiren romanları var.
Evet, bir mahşeri andıran Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrası Osmanlı coğrafyasında yaşayan insanlar için gerçekten büyük bir acı ve destan malzemesi... Bunun roman ve sinema olarak dünyanın önüne getirilmesi, suçluların tespit edilmesi bakımından önemli...
ABD'deki tasarıyla ilgili herkes bu konuda pek çok şey söyledi, ama ben daha çok Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu'nun basına yansıyan şu sözünü ilginç buldum: "Amerika önce Kunta Kinte filmini izlesin." Mühendislik tahsili yanında Tarih Bölümü'nü de okuyarak ciddi bir bilgi sahibi olarak Yunan Mezalimi konusunda kitap yayınlayan Bakan Eroğlu, "Türk Milletinin asla hiçbir kavme, unsura, azınlığa zulüm etmediğini" belirterek sözlerini şöyle söyler: "Biz asırlardır Ermeniler ile sukut içinde yaşadık. Osmanlı'nın eğer soykırım etmesi söz konusu olsaydı en kuvvetli zamanlarda imha ederdi. Böyle yapmadığı gibi, o zaman Fatih Sultan Mehmet ilk defa İstanbul'u 1453'de aldığı zaman, Ermeni Patriğini İstanbul'a getirip orada bir Patrikhane kurulmasına dahi müsaade etmiştir."
Hani, "Dinime dahleden bari Müselman olsa" diye bir söz var, bize soykırımcı diyen her Hıristiyan ülkenin tarihinde mutlaka bir soykırım var. Amerika da Zencilerle Kızılderilileri açıklasın... Hz İsa'nın recme iştirak için eline taş alanlara sözü önemli: "İlk taşı hiç zina etmeyenler atsın!" Yani?

Yorumlar