Yavuz’un zekası, devletin bekası

Yavuz Sultan Selim'in bu şiirinde aşağıda açıklandığı üzere şiir soldan sağa okunduğu gibi sırasıyla birinci mısradan itibaren bölünmüş kelimeleri alt alta getirdiğimizde yine anlam bütünlüğü bozulmadan şiir bütünlük içinde yukardan aşağı da sırasıyla aynen okunmuş olur. Şiir sanatında böyle bir örnek yoktur. Şimdi yukardan aşağıya okunur durumuna bakalım:
1.Sanma şahım / herkesi sen / sadıkane / yar olur
2.Herkesi sen / dost mu sandın / belki ol/ ağyar olur
3.Sadıkane / belki ol/ alemde /serdar olur
4.Yar olur / ağyar olur / serdar olur / dildar olur.

Aslında Yavuz Sultan Selim’in zekasını göstermek için bu şiirle işe başladık ama derdimiz başkadır.
Yavuz, asıl başarısını devlet adamlığında göstermiştir. Siyaseti iyi kavramıştır ve Osmanlı siyasetinde önemli başarılara imza atmıştır. Tarihi olayları anlamak ve yorumlamak çoğu zaman bugünü de anlamamıza yardımcı oluyor.
Türk siyaset adamları tarihte Osmanlı –İran ilişkilerini birazcık irdelerlerse bugünkü meselelerin de derinliği ortaya çıkmış olur.
Mesela, Yavuz’un İran siyaseti iyi araştırılmalıdır. Anadolu’nun ciddi bir Şii tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı yıllar Yavuz’un dönemidir. Düşman, o güne kadar beklenmedik bir yöntemle Anadolu’ya girmiştir. Bu yöntem mollalar yöntemidir. Anadolu’ya gizlice giren mollalar, Anadolu içlerine yayılmışlar ve Şii propagandaya başlamışlardır. O zamanlar Osmanlı’nın tam olarak görebileceği bir tehlike değildir bu. Osmanlı, er meydanında güçlü ordusu ile mertçe vuruşmayı alışkanlık edinmiştir, öteki yolu, yani İran usulünü bilmemektedir.
Şii mollalar, Anadolu içlerinde öyle taraftar bulmuşlar ki, rivayetlere göre Diyarbakır ve Tunceli gibi iller boşalmış, Sivas’ın yarısına kadar Şii hareket etkisini göstermeye başlamıştır. Aslında ne zamandır bu mollalar Anadolu’yu böyle işlemekteydiler elde doğru dürüst bilgi yok ama Yavuz Sultan Selim’in Trabzon valisiyken Anadolu’daki bu büyük Şii tehlikesini görmesi büyük bir şanstır.
Yavuz’un taht kavgasına girmesini, hiddetini, şiddetini, öfkesini gören halk ona “Yavuz” lakabını verdi. Yavuz, o günkü Türkçede “kötü” demekti. Asıl adı Selim’dir, Yavuz lakabıdır. Lakin, bu “kötü Selim”in ne yapmak istediğini halk anlayınca, Yavuz’un lakabını değiştirmedi ama Yavuz kelimesinin manasını değiştirdi ve o vakitten sonra Yavuz kelimesi “iyi, mert, cesur” anlamında kullanılmaya başlandı.
Öncelikle doğuda beliren bu büyük tehlikenin üzerine çok ciddi bir şekilde gitmesi, Osmanlı ülkesinin birliğini sağlamaya yöneliktir. Safevilerin, Anadolu’daki Türkmenleri yanlarına çekmek için yürüttükleri siyasette her türlü oyunu oynadıklarını görüyordu. Safeviler, bazen Türkmenlere propaganda ile yaklaşırken bazen de Osmanlının yanında yer alanlara da şiddet kullanıyordu.
Yavuz’un Anadolu içlerine karargah kurması ve doğuda birliği sağlama hareketleri de acı tatlı birçok hadiseye sahne oldu. 16. yüzyılda Bünyan’ın kendi adıyla anılan köyünde yaşamış olan Koyun Abdal’ın “Kalender Vakasını” anlattığı şiirinde şöyle demesi ne manidardır:
“Seni şaha gider derler
Gel gitme güzel Kalender
Anan, atan yüzün suyun
Terk etme güzel Kalender”

Kalender dahil, Anadolu’nun Türkmenlerinden birçok ileri gelen Anadolu’yu terk etti. Siyaseten Safevi etkisi bu kadar büyüktü.
Yavuz Sultan Selim, annesi de Dulkadirlilerden Ayşe Hatun olmasına rağmen Turna Dağı savaşında Dulkadirli Beyliğini, sonra da Akkoyunlu Beyliğini Osmanlı topraklarına katarken Osmanlının Sünni siyasetini bölgeye yeniden hakim kıldı. Bugün Diyarbakır’dan Bitlis’e, Karabağ’dan Tebriz’e kadar uzattığı hakimiyet sahasında Şii harekete geri adım attırmayı başarmıştı. Tarihi hikayeler uzun ama önemli olan Yavuz’un hayatından dersler çıkarmaktır.
1. Bugün de İran kaynaklı Şii propagandası vardır ama o günden farklı olarak İran, sadece Şii propagandası yapmıyor, aynı zamanda silahlı terör örgütleri kuruyor. Türkiye’de de her zaman zemin bulabilen bu hareket dün olduğu gibi bugün de tehlikelidir. Ülkenin bütünlüğüne zarar vermektedir.
2. Bazı reçeteler acı da olsa ülkenin birlik ve bütünlüğü için uygulanmalıdır. Yavuz Sultan Selim, Anadolu Türklüğünü bu topraklarda bir bütün olarak tutmak için sonuçları acı da olsa gereğini yapmıştır. Eğer, onun bu kararlı ve net tavrı olmasaydı Osmanlının doğu sınırı belki de Sivas’a ya da Kayseri’ye kadar gerilerdi. Devlet adamından beklenen tavır hep bu basiret noktasında olmak zorundadır.
3. Biz hangi devlet geleneğinin devamıyız, neyi ve kimi temsil ediyoruz, bu noktaların da iyi bilinmesi gerekiyor. Türk devlet geleneği Yavuz’la başlamadı, çok daha öncesinden köklü bir yapısı vardı ama Yavuz’la da yeni bir şekil kazandı. Bir yazarın dediği gibi “Osmanlılar Sünni olduklarını İran sayesinde öğrendiler”se İran’ın bize bakışını tarihi süzgeçten geçirerek doğru anlamak ve Türk Milletinin bütünlüğüne halel getirmesine müsaade etmemek de devlet adamlarımızın görevidir.
4. Son olarak şöyle bir rivayetle mesajımızı verelim. Yavuz’a kadar bütün Türk sultanları sakallı oldukları halde Yavuz sakalsızdı. Rivayet odur ki Yavuz’a bu durumu sorduklarında şöyle cevap vermiş: “Ben sakalımı ele vermemek için kesiyorum” dermiş. Demek ki Türk devlet adamının bir görevi de sakalı ele vermemektir. Hatta o sakal ki bir defa aşınırsa yol oluyor biliyorsunuz.

Yorumlar