Kayseri Taşınmaz Kültür Varlıkları Envanteri

Öncelikle belirtmeliyim ki Türk Kültürüne bir küçük çakıl taşı ile dahi hizmet edenleri başımıza taç ederiz, bizde düstur böyledir. “Kayseri Taşınmaz Kültür Varlıkları Envanteri” isimli eser ise devasa bir eser olmuştur. O yüzden öncelikle bu eseri hazırlayanları, destekleyenleri ve bastıranları ayrı ayrı tebrik etmek isterim.
Bu tür eserleri eleştirmek için şu veya bu şekilde bir ayrıntı yakalamak da mümkündür. Ben de şimdi olumsuzluk arayacak olsam bulurum birkaç şey ama bütün bunlar harcanan emeğe ve amaçlanan güzel hedeflere saygısızlık olur.
Dikkate alınması gereken husus şudur: Bu bir envanter çalışmasıdır, sanat tarihi çalışması değildir ama Doç. Dr. Yıldıray Özbek ve Yrd.Doç.Dr.Celil Arslan sadece fotoğraf çalışması ile iktifa etmemişler, çizimlerle de kitaplarını sanat tarihi çizgisine yaklaştırmışlar. Envanter kelimesi, Fransızcadan dilimize girmiş. Kısaca, döküm ya da çizelge olarak Türkçeye çevrilebilir. Aslında tarihi eserin sıralaması ve kayıt altına alınması için bu kelime seçilmiş ve yerli yerinde kullanılmıştır. O yüzden bu iki değerli hocanın, 2006 yılından bu yana yaptıkları çalışmaların metodolojisi ise “envanter” mantığına uygundur ama yine de taradıkları kaynaklar dikkate alındığında çok daha fazlasını yaptıklarını rahatça görebiliriz. Ayrıca kitabın hazırlanmasında bir büyük emek de Mehmet Çayırdağ’a aittir. Yani böyle bir eserin arkasında duran kişi Kayseri tarihine ve kültür varlıklarına hayatını vakfetmiş biridir. Çayırdağ Hoca ki, yıllardır Vakıflar Bölge Müdürlüğü yapmış bir insan ve “envanter” nasıl hazırlanır Kayseri’de en iyi bilenlerden birisidir.
Ayrıca 440 tane tarihi eseri, tek tek gezmek, onları fotoğraflamak ve onlarla ilgili çizimler ortaya koymak çok kolay bir iş değildir. Tabiri cazi ise “akıl işi” değildir, olsa olsa “gönül işi”dir. Kimisi Develi’de, kimisi Yahyalı’da, kimisi Bünyan’da, Pınarbaşı’da olan bu eserlerin her biri için kaç kilometre yol gidersiniz. Ayrıca tarihi eserleri bazen yerleşim yerlerinden de uzakta bulursunuz. Bazen araçla gidemezsiniz, yollara düşersiniz. O yüzden, ne yiğidi öldürmek ne de hakkını yemek taraftarıyım. Ayrıca fotoğraflara baktım, acaba arşivden fotoğraflar mı kullanılmış diye? Hayır, böyle bir şey de yok.
Kitabın baskısı kaliteli ve üç cildi bir araya getiren kutusu da oldukça şık duruyor. Bu konuda da çıta oldukça yükselmiş gözüküyor. Sanırım Kayseri Ansiklopedisinde de kaliteden ödün verilmeyecek, bunu da takdirle karşılıyorum.
Yıllardır diğer illerden gelen bu tür yayınlara, içeriğine ve kaliteli baskısına gıptayla bakan bizler, şimdi Büyükşehir Belediyesinin çıtayı yükseltmesiyle devasa eserlere sahip olmaya başladık. Alınan bu mesafe artık “olgunluk çağı”na gelindiğinin habercisidir bana göre.
Şunu da ifade edemeden geçemeyeceğim, Kayseri Büyükşehir Belediyesi yayınlarının insafsızca eleştirildiği zamanları da gördük. Hatta bu eleştirilerin bazılarının da “organize işler” konumuna dönüştürüldüğü zamanları da hatırlıyorum. Mesela belediye yayınlarından bir kitapta geçen bir fıkrayı, fıkra türünün mantığını unutanlar, aldılar ele çıktılar yola. Biz de şu memleketin iyi kötü edebiyat tahsil etmiş çocuğu olarak hayretler içinde kalmıştık. Fıkranın Türkçesi “gülüt””tür. Fıkra türünde çelişkiler ortaya konur ve insanlar güldürülür. Bazı fıkralar acı acı, bazıları tatlı tatlı güldürür. Ama sonuç değişmez: Güldürmek… Mustafa Gümüşkaynak, Kazım Yedekçioğlu, Kemalettin Karamete daha nice yazar, bu tür fıkraları yazdılar, kitaplaştırdılar. Okuduk, kimi zaman geçmiş zamanı yad ettik, çoğu zaman da eski zaman olaylarına katıla katıla güldük. Şimdi ne olmuştu da yüzümüzdeki gülücükler donmuştu? Çünkü, birileri fıkraları “vatan haini” ilan etmişti. O yüzden ben, insaf çizgisinin hiç kaybedilmemesinden yanayım. Bir zamanlar “konuşan Türkiye” istiyorduk ama şimdi ben “insafını kaybetmeyen Türkiye” istiyorum. Çünkü, insanların uzmanlık alanlarına saygı duymalıyız. Bilimsel bir çalışmanın eleştirisi de bilimsel olmalı… Doktorun teşhisini sadece hastadan dinleyerek değerlendirmek hatalı sonuç verir. Doktorun eleştirisini, uzmanlık alanı aynı olan bir başka doktor yaparsa bilimsel anlamda bir kazanç elde edilmiş olur. Lakin hepsinden önemlisi ve herkes için geçerli olan şey, “insafsızlık” etmemektir. Bir hakkı teslim etmemek, insanların hakkını yemek olur ki biz “kul hakkı”ndan korkarız. O yüzden bu kez insaflı olunacağını umuyorum.
Büyükşehir Belediyesi bu tür yayınlara devam etmelidir. Yarınlara kalacak en önemli unsur olan kitabın, tarihimize ve medeniyetimize ait en büyük kültür aktarıcısı olduğu bilen bizler, zamana nakşedilen bu inci tanesi gibi kitapları aslından bizden sonraki nesle bırakmaktayız. Bundan 50 yıl, 100 yıl, 500 yıl sonrasını düşünün. Öyleyse bizden de geriye sözün uçup yazının kaldığı günler gelecek.
Kitap, Türkiye’de hem öksüz hem yetimdir. Kitaba sahip çıkmak, Türk Kültürüne, Türk Medeniyetine sahip çıkmaktır.
Günlük olaylar uçup gider. Bugün küs olanlar yarın barışır. Bugünkü kaygılarla yarın şekillendirilmez. Yarının kaygılarıyla bugün şekillendirilir. Zaman kendi ölçüsünü koyar ve dürüstlüğümüzle, namusumuzla, çalışkanlığımızla, terbiyemizle yarınlara kalıp kalamayacağımıza karar verir. Niyeti halis olanlar, ahlakıyla, namusuyla, adaletiyle hareket edenler, bu millete hizmet edenler; milletin kalbinde yer tutarlar, seçilirler ve ileriki zamanlara taşınırlar. İleriki zamanlara taşınmak ise Kültepe’deki bir Asurlu tüccarın mektubunu okumak ya da Kaşgarlı Mahmut’un “Divanu Lügati’t-Türk”ünü okumak gibidir. O yüzden ölçümüzü sağlam koymaya mecburuz.
Unutmayınız, bu tür eserler de aslında bugüne ait değil, yarınlara aittir.

Yorumlar