S.Burhanettin AKBAŞ
Evliya Çelebi, 17. Yüzyılda yaşamış, dünya
çapında bir seyyahtır. Kırk yıldan fazla bir zaman Osmanlı Ülkesini gezmiş ve
gezip gördüğü yerler hakkında on ciltlik devasa “Seyahatname”yi yazmıştır....
1648 yılında Şam’a düzenlediği bir
seyahatin dönüşünde 1649 yılında Kayseri’ye uğramıştır. Kayseri hakkında Evliya
Çelebi’nin verdiği bilgiler Seyahatname’nin 3. Cildinde yer almaktadır. Evliya
Çelebi, 362. Yıl öncesinde Kayseri’deki sosyal hayat ve şehrin yapısı hakkında
detaylı bilgiler vermiştir.
ŞEHRİN KURUCUSU
Evliya Çelebi, şehrin ilk kurucusu
Zekeriya Aleyhisselam zamanında yaşamış olan Kayzer (Kral) Erciş’tir diyor.
Erciş adının Erciyes dağının da adı olduğunu ifade ediyor. Ona göre Erciş,
bilinmeyen âlemin askerleri demekmiş.
KAYSERİ KALESİNİN İÇİNDE ALTI YÜZ,
DIŞINDA BİN EV VAR
Evliya Çelebi, Kayseri Kalesinin Rum
hükümdarlarından kaldığını ancak kaleyi bu hâle getiren ve güzelleştirenlerin
Danişmentliler olduğunu söyler. Çelebi, 1649 yılında Kalenin içinde altı yüz
hane ev olduğunu söylüyor. Kalenin dışında ise bin kadar iki katlı ve ahşap ev
var demektedir. Kalenin beş adet kapısı olduğunu ifade eder ve bu kapıların
isimlerini sayar: Boyacı Kapısı, Kiçikapı, Asarönü Kapısı, Pazar Kapısı, Sivas
Kapısı.
ŞEHRİN ÇARŞILARI
Evliya Çelebi, Kayseri Kalesi ve civarında
birçok çarşı bulunduğunu belirtir. Arpacılar Çarşısı, Kazancılar Çarşısı,
Samurcular Çarşısı, Saraçhane, Haffafhane, At Pazarı, Koyun Pazarı, Debbağlar
Pazarı, Odun Pazarı…
Kapalı Çarşıdan övgüyle bahseden Çelebi,
Bursa ve Edirne gibi Kayseri’nin de Osmanlının önemli şehirlerinden biri
olduğunu Kapalı Çarşının bulunuşuna bağlıyor. Tabii ki büyük ve zengin
tüccarların alışveriş yaptığı Bedesten ise Kayseri için çok önemli bir
merkezdir.
KAYSERİ’DE AHİLERLE PAZARLIK
YAPILAMAZ
Kayserililerin pazarlıkçı olduğu yönünde
halk arasında ifade edilen sözleri duymuşunuzdur. Çelebi, Seyahatname’de bu
konuya da açıklık getiriyor. Kayseri’de Müslüman esnaflarla, yani ahilerle
pazarlık etmek imkansız imiş. Çünkü, ahilik sistemine göre, bir ahi malını
satarken fahiş fiyat uygulayamayacağı için pazarlığı asla kabul etmez ve teklif
edene de “ben bu kadar alçak bir adam mıyım ki pazarlık teklif ediyorsunuz”
dermiş. Halbuki, Ermeni, Rum ve Yahudi esnaf ile her türlü pazarlık
yapılabiliyormuş.
KAYSERİ’NİN HAYIRSEVERLİĞİ
1611-1682 yıllarında yaşayan ve 1649
yılında Kayseri’ye gelen ünlü seyyah Evliya Çelebi, o yılların Kayseri’sini
anlatırken Kayseri’deki camileri, sarayları, medreseleri, tekkeleri, hanları,
hamamları, çeşmeleri sayarken Kayseri’de birçok vakfın ve hayırseverin de
varlığını haber veriyor. Şehrin 362 yıl önce de aynı vasıflara sahip olduğunu
öğreniyoruz.
KAYSERİ’NİN BEYAZ UNU, SUCUĞU VE
PASTIRMASI
Evliya Çelebi, Kayseri mutfağı hakkında da
önemli bilgiler verirken işe beyaz undan başlıyor. Kayseri’de üretilen
buğdaydan elde edilen beyaz undan Kayserililer beyaz ekmek yapıyor ki ilk
övgüyü bu ekmek alıyor. Sonra bu beyaz un sayesinde türlü türlü börek ve çörek
yapıyorlar ki, o tarihte Kayseri’de sıra sıra dükkan var ve hepsi de börek,
çörek, yufka, katmer çöreği, baharatlı börekler yapıyorlar.
Asıl şöhret ise 362 yıl önce de sucuğa ve
pastırmaya veriliyor. Evliya Çelebi “kimyonlu ve baharatlı et sucuğu” ve “sığır
pastırması” hiçbir yerde bulunmaz diyerek Kayseri’nin o tarihte de sucuk ve
pastırmada birinci oluşunu tescillemiş oluyor. Hatta Çelebi’nin anlattığına
göre, sucuk ve pastırma genellikle Osmanlı payitahtına hediye olarak
gönderilirmiş. Bugün de aşağı yukarı durum aynı değil mi? Bugün de devlet
erkanına, ileri gelenlere Kayseri’den paket paket pastırma ve sucuk gitmiyor
mu? O gün de durum aynı demek ki…
“KAYSERİ SAHTİYANI GİBİ GICIR GICIR
ÖTÜYOR”
Evliya Çelebidiyor ki: “Bu şehirde yaz ve
kış kar yağar, toprak sulanır. Yetmiş yedi çeşit tahıl ve sebze yetiştirilir.”
Bu kadar bereketli topraklarda elbette tarım gibi hayvancılık da önemlidir ve
bu güzel dağ otlarından beslenen hayvanların, mesela keçilerin derilerinden
debbağlar altın sarısı gibi bir sarı sahtiyan üretirlermiş. Halk ağzında
“Kayseri sahtiyanı gibi gıcır gıcır ötüyor” sözününbir atasözü gibi kullanıyor
olmasının sebebi de böylece anlaşılıyor.
KAYSERİ’NİN HAVASINI KOKLAYAN
CENNET RÜZGARI KOKLAMIŞ GİBİ OLUR
Sürekli olarak Kayseri’nin havasını
övgüyle gündeme getiren Evliya Çelebi, söylenebilecek en güzel sözü şu şekilde
söylüyor: “Seher vakti kalkan bir kimse (Kayseri’nin) havasını koklayınca,
cennet rüzgarı koklamış gibi olur.” Çelebi’ye göre Kayseri’nin havasının bu
kadar güzel oluşunun sebebi, şehrin Erciyes dağının eteklerinde oluşudur.
KAYSERİLİLER YÜZ, YÜZ ALTMIŞ YIL
YAŞARLAR
Evliya Çelebi, Kayserililerin uzun ömürlü olduklarını
ifade ediyor ve bunun sebebini de Erciyes dağının eteğinde yaşamalarına ve
Kayseri’nin havasının soğuk oluşuna bağlıyor. “Halkı zinde olup kimi yüz, kimi
yüz altmış yaşlarına kadar yaşarlar” derken yüz yaşını alt sınır, yüz altmışı
üst sınır olarak mı kokuyor bilinmez ama Evliya Çelebi, Kayseri insanı için,
siyah püskürtme benlidirler, dinç ve güçlüdürler, çocukları erken sakallanır ve
hemen avcılığa başlarlar diyerek gözlemlerini sürdürmektedir.
KAYSERİ HALKI TÜRKÇE KONUŞUR
Evliya Çelebi, Kayseri halkının ileri
gelenlerinin Arapça ve Farsça konuştuklarını söylüyor. Halkın ise tamamen
Türkçe konuştuğunu, Rumca ve Kürtçe gibi dilleri bilmediklerini, “atla bire,
gel bire” gibi ifadeler kullandıkları ifade ediyor.
KAYSERİLİLERİN TİCARİ ZEKASI DÜŞÜK
OLANLARI OKUTTUKLARI DOĞRU DEĞİLMİŞ
Evliya Çelebi, fıkralardaki fantezilerin
tam tersine Kayserililerin zeki kimseler oldukları için eğitime düşkün
olduklarını yazıyor ve bunu da şöyle ifade ediyor: “Şehrin kışı şiddetli
olduğundan halk öğrenimle uğraşır. Zeki kimseler oldukları için şair ve
yazarları pek çoktur.” Yani Kayseri’nin tarihte makarr-ı ulema olan adına belki
de makarr-ı şuara’yı ekleyebileceğimiz sözlere yer veriyor. Yani Kayserililerin
zekası düşük olanları okuttukları gibi sözlerin sadece fıkraların fantezisi
olduğu gerçeği de ortaya çıkmış oluyor. Hele hele okumam yazmam yok ama
Kayseriliyim fantezisini, bu kadar medrese ve tekkenin bulunuşu o tarih için
doğrulamıyor.
EVLİYA ÇELEBİ KAYSERİ’NİN MANEVİ
MİMARLARINI SAYIYOR
Kayseri’de o kadar çok isim var ki hepsi
de şehrin manevi mimarları diyebileceğimiz şahsiyetler ve onların ziyaret
yerleri var. Maalesef ki bugün birçoğunu kabrinin yeri de unutulmuş. İşte
Çelebi’den küçük bir liste sunalım:
1.Seyyid Burhaneddin Muhakkik-i Tirmizî
2. Muhammed Hanefi bin Emirü’l- Müminin
3. Şeyh Rükneddin Sincanî
4. Şeyh Evhadüddin Kirmânî
5.Şeyh Şerefüddin Musûlî
6. Şeyh Hasan Kayserî
7. Şeyh Seyyid-i Şerif
8. Şeyhü’l-Himmetü’l-Hulvânî
9. Şeyh Rûzbehan Baklî
10. Şeyh Nurbahş Kâmurânî
11. Şeyh Molla Tatar
12. Hazret-i Davud u Kayserî
13. Sultan Melik Mehmet Gazi
14. Şeyh İbrahim Tennuri
15. Arslan Dede
16. Şeyh Fethullah-ı Tennuri
17. Şeyh Ahmet Tiyrânî
18. Şeyh Hazret-i Hâmid İbn Musa el
Kayserî
19. Abdi Dede
KAYSERİ’DEKİ BEKTAŞİ TEKKELERİNİ DE
HABER VERİR
Evliya Çelebi, Kayseri’nin o tarihlerde
Bektaşilerin de önemli merkezlerinden biri olduğunu haber veriyor. Özellikle
Seyyid battal Cafer Gazi Tekkesi ile yine şehrin merkezinde yer alan Kalenderan
Tekkesine ve Yılanlı Dağının eteklerindeki Koyun Baba Tekkelerine işaret ederek
Bektaşi öğretilerinin buralarda yapıldığını ifade ediyor.
KAYSERİ’DE O TARİHTE HAFTADA İKİ
DEFA SEMA AYİNİ YAPILIRMIŞ
Evliya Çelebi, Kayseri’de Mevlana
hazretlerinin adını taşıyan “Celaleddin Rumi Asitanesi” denen bir yapıdan
bahsediyor. Diyor ki: “Bu bir Mevlevihanedir. Her zaman bilgin, fakir –fukara
kimselerle doludur. Haftada iki defa Mevlana ayini yapılıp semâ ve Sâfâ
ederler. Bu tekkenin bahçe kapısı önünde bir çeşme vardır. Bütün dervişler
buradan abdest alıp su içerler. Tekkenin içinde oda ve sofralar olup mutfak,
semahane ve çalgı odası bulunur. Bu tekke Mevlana’nın Hocası Seyyid Burhaneddin
Tekkesi’dir.”
ÜNLÜ ARAP ŞAİRİ İMRÜ’L-KAYS’IN
MEZARI ALİ DAĞINDADIR
Evliya Çelebi, Kayseri’de 103 adet gezinti
ve eğlence yeri olduğunu yazıyor. Özellikle Hisarcık’ın kirazının meşhur
olduğunu söyledikten sonra Ases Dağı dediği Ali Dağı’nda ise ünlü Arap Şairi
İmrü’l-Kays’ın mezarının olduğunu ifade ediyor. Rivayete göre, Müslümanları
şikayet için Roma Topraklarına gelen İmrü’l-Kays, bu topraklarda eceliyle ölmüş
ve buraya defnedilmiş.
ERCİYES DAĞINDA HAŞERAT OLMAZ
Evliya Çelebi’nin iddialı sözlerinden biri
de bu olmuştur. Çok net bir şekilde, bu dağda asla yılan, çıyan, akrep ve
zehirli hayvanlar yoktur diyen Çelebi, bunu da çeşitli deliller sunarak
ispatlamaya çalışır: “Bu dağda ricalü’l-gayb makamı olduğu için haşerat
bulunmaz.” Der. Ona göre, Baba Ruten Hazretleri ki bahçıvanların piri imiş ve
bu dağda oturmuştur. Asıl adı Ebû Zeyd Hindî olan bu zat aslen Hintli olup bu
dağda yalnız başına bir ömür sürmüş.
Çelebi’nin bir başka delili ise taa
Hz.Yahya dönemine uzanıyor. Bu dönemde Kayseri’de yaşayan Flaska adındaki bir
filozof dağa çıkıp yetmiş adet haşerat şeklini bir sütuna çizip tılsım yapmış.
O yüzden haşerat ve zehirli hayvan bu dağda yokmuş.
Aslında bir gerçekliği söylemeden de
edemez Evliya Çelebi, yaz ve kış buzulları eksik de değildir diyerek, aslında
haşeratın neden olmadığına bir işaret daha gönderir.
SONUÇ
Evliya Çelebi, bazı bilgileri abartmış
diyebilirsiniz. Ama o devri düşünmenizde fayda vardır. Asker hikayeleriyle
büyüyen bir Osmanlı Beyefendisi ve üslubunu birazcık tatlandırmanın
yazdıklarını daha etkili kılacağını düşünmüş olabilir. Bunlar bir yana, Kayseri
hakkında anlattıkları elbette emsalsiz bir kaynaktır ve birçok bilim alanını
doğrudan ilgilendiren bilgileri ve gözlemleri bize sunmuştur.
Peygamberimizi rüyasında görüp “şefaat ya Resullah” diyecek yerde dili
sürçüp “seyahat ya Resullah” diyen ve bu dileği kabul olan Evliya Çelebi’nin
bugün “Seyahatname” adlı on ciltlik devasa eserine paha biçilemiyor. Bu
özelliği ile Dünya Edebiyatının da en seçkin eserlerinden birini meydana
getirmiştir ve biz onun Rabbin rızasına ve peygamberin şefaatine nail olmasını
diliyoruz.
Yorumlar