S.Burhanettin AKBAŞ
Adnan Büyükbaş, bizim kuşaktan bir yazar ve şair…
Kayseri’nin “aykırı kalemi” diye tanımladım ama buradaki “aykırılık” yoruma
açık olarak ortada durmalı… Aslında bu
toplumun şairinin yazarının “aykırı” olması kadar güzel bir şey yok. Herkese
“ağam, paşam” diye methiyelerin dizildiği ve ulufelerin beklendiği ya da
alındığı bir zamanda farklı bir ses vermek, hayata bir çeşni katmak, desenler
içinde farklı bir renk olmak öyle kolay bir iş değil.
Mehmet Emin Yurdakul’un “Şairleri haykırmayan bir millet,
sevenleri toprak olmuş öksüz bir çocuk gibidir” dediği zamanları çoktan geride
bırakmışız. Artık halk şairlerinin dahi “taşlama” yazmaktan vazgeçip “hoş
geldiniz, hoş geldiniz” deyişleri söyledikleri bir zamandayız. Adnan Büyükbaş,
mutlaka kendi sanat dünyasında olgunluk ve yetkinlik adına mesafeler kat
ederken asla ve asla “olmazsa olmazlarını “değiştirmeyen bir sanatçı… Şiirine yüklediği aykırı imgeler ve söz kalıpları
başlı başına bir inceleme gerektirecek kadar çok… Onu, Türkçeye kattığı bu yeni
bağdaştırmalarla her zaman hatırlayacağız. Çünkü, asla taklit edilemeyen bu söz
aykırılaşması, onun özgün şiir yapısının çok eski zamanlarda teşekkül etmesiyle
sanatının ayırıcı bir özelliği olarak karşımıza çıktı.
Bu özgün dil yapısının içerisine zaman zaman destansı
yaklaşımları, efsanevi bir bakış açısını, yakın tarihimizi, metafiziği ve
kendini, yakın arkadaş çevresini de kattı. Çünkü, aslında her şair ve yazar, belli
bir zamana tanıklık ediyor demektir. Belki tarih ve kimlik şuuru, bu çeşniye
bir heyecan dalgasıyla katılmış olabilir ama zamanın tanıklığı meselesi asla
dikkatlerden uzak tutulmayacak bir konudur.
Adnan Büyükbaş, deneme ve şiirle başladığı edebi yolculuğuna,
iki hikaye kitabı, iki roman ve bir de oyun katarak zengin bir yelpaze ile
okurlarının karşısına çıkmayı başardı. Aslında yazdığı eserlerin tamamında “bir
dik duruş”un izlerini sürekli taşıdı. O duruş, yazarın hayata karşı duruşudur
bana göre… Yazar ve eser arasındaki ilişkide işi sadece gözleme yükleyenler,
eserin karmaşasına hakim olamadıklarını göreceklerdir. Halbuki eserlerin büyük
bölümü, yazarların ve şairlerin hayata karşı duruşlarının izlerini taşır. Adnan
Büyükbaş’ın eserlerinde bu durum, dikkatle incelenmesi gereken bir özelliktir.
Adnan Büyükbaş’ı, belirli bir zümrenin yazarı olarak
görenleri her zaman yadırgadım. Bu, sanata ve sanatçıya karşı doğru bir
yaklaşım değil. Sanatçı da hayatının belli evrelerinde belirli bir zümreye
hitap etme ihtiyacı duymuş olabilir. Ama unutulmasın ki, bütün bu hummalı
çabaların ardındaki gerçek o değildir. Bir sanatçının, Adnan için de durum
aynıdır, asıl gayesi sanat adına güzeli ortaya koymak ve bunu yaparken de
yarınlara taşınmak kaygısıdır. Belki bazı dönemlerde bunu göz ardı etmiş
olabilir ama mutlaka sanat kaygısı öne çıkacaktır ve Adnan Büyükbaş da bugün
ulaştığı seviyede bu kaygıyı en çok hissedenlerden biridir.
Adnan, dergileri ve gazeteleri her zaman önemsedi. Hatta,
onun içinde gizli kalmış bir gazetecilik tarafı da vardır. Yazdığı dergilerin
sayısını hatırlamıyorum ama Ortadoğu, Hergün ve Kayseri Olay Gazetelerindeki yazıları,
hayatın içinde olduğunun ve gazeteci kimliğinin bir göstergesi… Buna belki de
“şair ve yazar sorumluluğu” demek daha doğru… Gündelik hayatın hepimize cazip
gelen yönleri ağır basar. Gazetenin ömrü bir günlük olsa da, hayata ve
yaşadığınız topluma karşı sorumluluklarınız sizi gündelik olanın peşine
sürükler. Gündelik hayatın haksızlıkları, acımasızlıkları, belki ilerde bir romana,
bir hikayeye yansıyacaktır ama sanatçının o büyük eserlere işi havale edecek
vakti yoktur. Böyle uzun vadeli bir bekleyiş onun yaralarının daha da
ağırlaşmasına sebep olacaktır. O yüzden gündelik hayata müdahale etmek ister.
Adnan, bu müdahaleyi bazen yazıyla bazen de çizgileriyle yapabilen ender
yeteneklerden biridir. Bir hiciv ustasının sadece bir görüşü eleştirdiğini
düşünmek büyük hatalara yol açar. Hiciv, insanı yalnızlığa sürükleyen bir
püsküllü beladır aslında. Kaleminizden ya da dilinizden, uzaktakiler ve
yakındakiler nasiplerini alırlar. Sürekli övgülere alıştırılmış insanlar ise
hiciv ustalarından memnun olmazlar. O yüzden Adnan’ı sadece uzaktakiler değil,
bazen en yakınındakiler dahi yalnız bırakır. Fakat o, zaman zaman
pişmanlıklarını beyan etse de, bu özelliği ile öne çıktığını ve geniş
kitlelerden alkış aldığını bilir.
Onun tiyatroya bakışı ise gayet ciddidir. Tiyatroyu aslında
hayata karşı duruşunun bir aracı olarak görür. 2004 yılında “Ölmez Atatürk”
isimli oyunu yayınlanmıştır ama yayınlanmayan eserleri de vardır. Tiyatroya
öyle bir gönül vermişliği vardır ki yönetmen olarak da, tiyatro eserlerini
sahnelemekten büyük bir keyif alır. Kendisiyle yapılmış bir röportajda tiyatro
konusunda şu görüşleri dile getirmiştir: “Oyun yazarlığı Türkiye’mizde ihmal ediliyor gibi
geliyor bana. Yazarları sıralayacak olursak oyun yazarlarının yok denecek kadar
az olduğunu görürüz. Bunun pek çok sebepleri varsa da bence bir numarada talep
olmaması gelir. Boş salonlar olduğunu görürsek oyun yazarı olmamasını da
anlarız. … Oyun yazmanın roman ve hikayeye zararı olduğunu düşünmüyorum. Aksine
faydası var gibi geliyor. Oyunda gevezelik yapamazsınız. Romanı hikayeyi sakız
gibi, lastik gibi uzattıkça uzatın. Elbette espri olsun diye dedim bunu. Roman
ve hikayede hele şiirde lafazanlığa hiç katlanamıyorum. Tiyatronun kendine göre
bir disiplini var. Henüz acemilik dönemimdeyim. Allah ömür verirse ve biraz
daha yetenek bağışlarsa yüzyıllar sonra bile yeni yazılmış gibi oynanacak
oyunlar yazmak istiyorum. Tiyatronun bende zarar verdiği bir tür var: Şiir!”
Adnan Büyükbaş
ile olan kişisel dostluğumdan hiç bahsetmedim. Belki de gerekli görmedim. Lakin
hangi zamanlara rastladığını bugün bile hatırlayamadığım bu süreci anlatmak
yerine şunu ifade etmeliyim ki, sanırım eserlerinin tamamına sahibim. Birçok
toplantıda Adnan Büyükbaş’ı sohbet ederken, şiir okurken dinlediğim kadar
eserleriyle hemhal olmanın daha önemli olduğuna inandım hep. Beni çok sevmesine
rağmen zaman zaman eleştiri oklarından nasibimi almış olmam bana sadece mutluluk
verdi. Çünkü, bana doğruları yüzüme karşı söyleyebilecek çok az dostum oldu.
Adnan Büyükbaş, “doğruların peşindeki adam” olarak hafızamdaki yerini her zaman
koruyacak.
Ben kişisel
olarak ise Adnan Büyükbaş’ın sanatına, sanata bakışına, hayatı algılama
biçimine ve birbirinden değerli eserleri en ufak bir yılgınlık göstermeden
yıllar içine yayarak ortaya koyuşuna
hayran oldum. İnanıyorum ki, daha nice eserleri hazırlayacak bizlere ve
biz “Kayseri’nin aykırı kalemi” olmadan Türk Edebiyatının ne kadar eksik
olacağının farkında olacağız.
Yorumlar