CAMİİKEBİR Mİ, HUNAT MI?

Karşımdaki kelli felli adam bana hararetle konuşuyor ve diyor ki:
-Bu şehirde yerlilerin  cenazesi Camiikebir’den, köylülerin cenazesi  Hunat’tan kalkar.
Muhabbet yine aynı … Yerli ve köylü muhabbeti yapılıyor.
-Niye diye sordum. Camiikebir, Danişmentli eseri, Hunat da Selçuklu eseri…
Engin tecrübesiyle muhterem insan açıkladı:
-Hah dedi. Camiikebir, kalenin içinde kalıyor, halbuki Hunat, kalenin dışındadır. Ayrımı şimdi anladın mı?
-Anlamadım dedim, Hunat’ı yaptıran Mahperi, Alaaddin Keykubat’ın eşi…  O Alaaddin’in değerini tarihçilere sorun ya da tarih kitaplarında okuyun. Melih Mehmet Gazi gibi Kayseri için paha biçilmez bir şahsiyet. Bugünkü Şeker Gölü, onun adını taşırdı ve Keykubat Gölü denirdi ve orada yine Alaaddin Keykubat’ın sarayı ve Keykubat Tepesi denen bir yer vardı.
Ne anlatırsanız anlatın birileri canları sıkıldı mı bu yerli- köylü muhabbetini canlı tutmaya devam ediyor. Ne söylerseniz söyleyin yine de fayda etmiyor.

-Yahu bu şehre herkes bir taraftan gelmiş. Seyyid Burhaneddin, Tirmizli değil mi? Tennuri hazretleri Sivas’tan kalkıp buraya gelmemiş mi? Kadı Burhaneddin, soyca Azeri Türklerinden değil mi? Dulkadirliler  Maraş’tan gelmedi mi, Yeni İl’deki (Kayseri – Sivas arası) Türkmenler Halep’ten gelmediler mi?
İstediğin kadar say… Faydasız. Yerli- Köylü muhabbetini kafaya takmış bir kere.
-Bak onların cenazesi Camikebir’den, bizimkiler Hunat’tan…
Gülmemek elde değil.
Galiba bu konu Karl Marx’ın her şeyi ekonomiyle açıklayan anlayışına çok uygun düşüyor. Şehirli, elde ettiği mülkten ve bu mülkün ekonomik değerinden dolayı bir statü yakalamış. Köylünün asla bu mali değere ulaşması imkansız deyip kendini bulunmaz hint kumaşından saymış. Bu durum, ekonomik anlamda bir eşitsizlik ortaya koymuş.
Aslında özbeöz Türkmen soyundan gelen insanlar, ekonomik farklılıklar olmasaydı başka nasıl ayrışacaklardı?
Moğol istilasından sonra Kayseri yerle bir olduğunda şehir nasıl kuruldu? Civardaki Türkmen aşiretlerinden insanlar şehre yerleşerek, Kayseri şehrini yeniden canlanırdılar. Yani, Kayseri’nin civarı ile merkezi arasında aslında kültürel doku yönünden zerre kadar bir fark yoktur.
O tarihlerdeki mahalle adlarına bir bakalım:
Hasünlü mahallesi adını Karataş Yörüklerinin(İncesu) oymak adından, Dündar mahallesi Ramazan ulusuna tabi Dündarlu oymağından, Hüseyinli mahallesi aynı addaki Kabaklı ve Sarı Keçili aşiretlerinin oymak adından, Taşkın adı Yahyalı Yörüklerinden, Şeref mahallesinin adı İslamlu Yörüklerinden, Bayram Hacı adı Irmakkenarı nahiyesi Yörüklerinden(Eymür boyundan), Hacı İvazlı mahallesi Karataş Yörüklerinden (Avşar boyuna mensup), Selmanlı mahallesi Zamantı Türkmenlerinden (Avşar boyuna mensup) Köse Danişment adı Danişmentli Türkmenlerinden, Karakeçili adı Kayı boyundan, Bozatlu adı Kızık boyundan, Varsak adı da Varsak Türkmenlerinden adını almaktadır. Hiçbir isim tesadüfen verilmiş değildir. 
Gelin görün ki siz Kayseri’yi nasıl tanımlarsanız tanımlayın, bildiğiniz tarihi gerçekleri istediğiniz kadar sıralayın, karşınızda aynı sözler duruyor:
-Hunat mı, Camikebir mi?
-Değerli büyüklerim, Hunat da bizim Camiikebir de bizim. Ne olur bizi bu kadar Kayseri’nin içine hapsetmeyin. Biz:
“Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket bizim!
” diyoruz. Siz hâlâ karşımıza geçmiş yerlisi mi köylüsünü mü? Hunat mı Camiikebir mi diyorsunuz.
Biz bırakın Hunat’ı, Camiikebir’i, “Heybelerin nakışına ölürüm Türkiyem” diye türküler tutturmuşken, Süleymaniye’de, Selimiye’de, Sultan Ahmet’te gökkubbeye cihanşümul değerler  kondurmuşken, “bin atlı akınlarda” şen şakrak gezerken, nizam-ı âlem için şerlere şir pençesi sallarken, siz neler söylüyorsunuz?

Yorumlar