ATATÜRK’Ü SEVİYORUM

Evet, Atatürk’ü çok uzun zamandır seviyorum.
Hatta aklım erdi ereli seviyorum.
Çünkü, kendimle, ülkemle, insanlarımızla, vatanımla, bayrağımla gurur duymamı Atatürk sağladı.
Düşünün, o çocukluk günlerimle Atatürk’ün “Türk’ün atası” demek olduğunu öğreniyorum. O Ata ki, beni tarif ediyor:
“Türk, esirlik kabul etmeyen bir millettir.”
“Ben milletimin en büyük ve ecdadımın en değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım.”
Türk’ün karakteri ile Atatürk’ün karakteri aynı çizgide birleşiyor. Benim karakterim de öyle…
Dedelerimiz “Türk’ün ne zaman başı sıkışsa Toroslarda Bozoğlan topuzu gürler.” Derlerdi.
Kurtuluş Savaşında Bozoğlanın topuzu gürledi.
Bütün dünya biliyor ki Bozoğlan, hâlâ Toros dağlarında geziniyor. Tarih tekerrür etse Türk’ün yüce başı yine yerlere eğilmeyecek.

Evet, Atatürk’ü seviyorum.
Çünkü, Türk Milletini onun gibi seven birinin olmasından çok mutluyum.
Türk Milleti hakkında söylenmiş en güzel sözler ona aittir.
Bize adımızla hitap eden iki önderden biridir o.
Bize Türk Milleti diyen Göktürk Hakanı Bilge Kağan ve Atatürk vardır.
Her iki önder de kurdukları devletlere Türk adını verdiler: Göktürkler ve Türkiye.
Atatürk, “Türk Milleti zekidir” derken, Türk’ün övünmesini, çalışmasını ve kendine güvenmesini istedi.
“Ne mutlu Türküm diyene” derken Ziya Gökalp gibi Türklük kavramını kültürel bir olgu olarak öne çıkardı.
Biz o zaman, kendi adımızı açıkça ve gururla söyler olduk.
Ata babalarımız, büyük analarımız hangi boydan gelirsek gelelim, bizim adımızın “Türk” olduğunu ifade ettiler hep. Atatürk de milletimizin adını gururla söyledi ve kendine de “Türk’ün atası” demek olan bir soyadı aldı.
Yeniden bir Türkiye inşa edilmeye başlandı. Öyle kıt imkanlarla öyle güzel ve öyle büyük hamleler yapıldı ki Türk’ün Atası, söylediği her sözün altını doldurdu ve Türk Milletine her zaman güvendi. En zor zamanlarında dahi, Türk Milletine hep güvendi ve bize her zaman umut verdi, ışık oldu.
Atatürk’ü seviyorum evet hem de çok seviyorum.
Atatürk, bizden hep kendisini anlamamızı istedi. Onun fikirlerine doğru gitmemiz gerekiyordu. Onun azmini ve kararlığını görmemiz şarttı. Onun çalışkanlığına ulaşmamız gerekliydi.
Atatürk, ekonomiden, spordan, tarihten söz ettiği kadar resimden, heykelden yani sanattan da söz ediyordu. Türk Milletini geride görenlere inat, o her zaman milletini öne çıkarıyordu.
Türk Dil Kurumunu kurduğu zaman Türk Dilinin ebedi bir dostu olan Atatürk’ü gördük. Türk Tarih Kurumunu kurduğu zaman aslında tarihimizin ne kadar derin kökleri olduğunu keşfettik.
O, bize diyordu ki:
“Kırk asırlık Türk yurdu, yabancı elinde kalamaz. Ülkeniz sizindir, Türklerindir. Bu ülke, tarihte Türk’tü, bugün de Türk’tür ve sonsuza kadar Türk olarak yaşayacaktır. Mevzubahis vatansa gerisi teferruattır. Yurt sevgisi ona hizmetle ölçülür.”
Türk Milletinin geleceğini anlatırken hep “sonsuz, ilelebet, dünya durdukça” gibi zaman kalıplarını kullanıyordu. Türk’ün atası, Türk’ün bekası için çalışıp didinirken gönlünden en büyük yücelikleri geçiren insandı.
Biz Türk Bayrağının dalgalandığı her yerde ne korku, ne keder gördük. Gururla, huzurla, sevgiyle al bayrağın gölgesine sığındık.
10 Kasımlar geldi, bizim muradımız Atatürk’ü anmakla sınırlı kalmadı hiç. Atatürk’ü anmak yetmez bize. Atatürk’ü yaşatmak için buradayız biz.
Çünkü, Atatürk bizden açıkça şunu istemiştir:
“Benim Türk milletine, Türk cemiyetine, Türklüğün istikbaline ait ödevlerim bitmemiştir, siz onları tamamlayacaksınız.”
Öyleyse Türklüğe karşı ödevleri olan bizler, Atatürk’ü yaşatmak için yorulacağız.

“Yorulmadan beni takip edeceğinizi söylüyorsunuz. Fakat arkadaşlar, yorulmadan ne demek? Yorulmamak olur mu? Elbette yorulacaksınız. Benim sizden istediğim şey yorulmamak değil, yorulduğunuz zaman dahi durmadan yürümek, yorulduğunuz dakikada da dinlenmeden beni takip etmektir. Yorgunluk her insan, her mahlûk için tabii bir halettir, fakat insanda yorgunluğu yenebilecek manevi bir kuvvet vardır ki, işte bu kuvvet yorulanları dinlendirmeden yürütür.
Sizler, yani yeni Türkiye'nin genç evlâtları, yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz.”
Mustafa Kemal Atatürk, 27 Mart 1933

Yorumlar