BİR CERENE AV OLMAK / BEKİR İŞLEK (Düziçi Folklor Kitapları 3)

Bekir İşlek Beyefendinin “ Bir Cerene Av Olmak” isimli kitabını  da “Tekeden Teleme Çalmak” kitabı gibi koyaklardan buz gibi sular içer gibi içtik, yüreğimize bir serinlik, bir hoşluk geldi. Çatı Kitaplarından çıkan kitabın bu kez sonundan, hatta dış kapağından başlamak istiyorum.
Bekir Bey dış kapakta şunları yazmış: “Heyhat, cerenler, atalarımıza eskiden “bir peri suret” gibi görünürlermiş, fakat sonradan bizler için onlar, adeta “bir hayal olmuş”lar!...
Ama köy, davullar hala onları yaşatmaya, canlı kılmaya devam etmekte… Neydi bu davullar, kimdi abdallarımız, peki bir kimdik? Biz Türkmenler ya da bütün Çukurovalılar.
Ahmet Cevdet Paşa’nın tarifi, bizi anlatabilir miydi acaba?
Belki Çukurova’nın öz kuşu olan turaç kuşlarının yıllar sonra yeniden duyulan yanık seslerindeydi, bu sorunun cevabı! Belki unutulmuş bir türküde, ağıtta, atışmada, taşlamada, bozlakta; belki de bir cerenin izinde.
Bu izlerde, mutlaka bu soruların cevabı olmalıydı. Cevabının bedeli Bir Cerene Av Olmak Olsa da, koştuk gittik peşinden!…
Tekeden Teleme Çalmak kitabında türkü çağırttırarak düşmüştük, bu izlerin peşine.
Bu kitapta ise davullar çaldırarak devam ediyoruz.”
İyi ki devam ediyorsunuz Bekir, iyi ki bu yolun yolcususunuz.
Bir Cerene Av Olmak kitabı bana çok değişik duygular yaşattı. Sanırım, bu öyle bir kitap ki, Bekir Bey’in hatıralarından yola çıkarak herkeste farklı bir tat bırakacaktır, insanlar kendi hatıralarını Bekir Bey’in hatıralarının yanına katacaklardır.
Kitapta ben yitirdiğim birçok şeyi, yitirdiğim ama yitirdiğimin farkına varmadığım bir şeyi Bekir Bey’in o sihirli üslubunun içinde buldum.

Dan Davulu (Tan Davulu) benim de yüreğimin ortasında gümbür gümbür öterken uzaktan mı geliyordu sesi, yoksa çok çok yakından mı bilemedim.
Tetiri’ nin bahsini duyunca irkildim kaldım. Rahmetli Dedem Ali Bürüngüz, gençliğinde büyükleriyle birlikte Avşar Köylerine tetiri toplamaya gidermiş.  O zaman neyle yolculuk edecekler, tabii ki eşeklerle. Tetiri’yi, Avşar köylerinden toplayıp getirecekler, kaynatacaklar ve boyasını çıkaracaklar. Tetiri, o vakitler cehri gibi değerli bir bitkidir. Tabii ki eşek sırtında yolculuk yapmak zor bir iş. Köyden köye gidiyorsunuz, bazen köyün birinde mola vereceksiniz, bazen de bir köyde kalmanız icap edecek. Bir gün Ağcalı köyüne gelmişler. Bu köy Bünyan’ın yaylakiyesidir. Oraya Bünyan’dan gide gele bazı aileler yerleşmişlerdir. Tecirler gibi Bünyanlı kabilelerin bir kolu artık Ağcalı’da da vardır.
Rahmetli dedem, orada Tataroğlu kabilesinin erkek odasına misafir olduklarında kendilerine yemek getiren ince, uzun boylu, esmer kızı görüvermiş. Dedem, orta boylu, sarışın, mavi gözlü bir güzel insandı ama bu esmer kıza gönlünü kaptırıvermiş. O vakit, tetiriyi falan unutuvermiş.
Ağaları, ne oldu bu oğlana diye düşünedurmuşlar. Onun ağzından laf alacak bir ağası, Ali’nin durumunu yoklamış ki, durum fena… Ali’nin gönlü Kevser Kıza, cennet-i âlânın şerbeti gibi akmış gitmiş.
Durumu büyüklere çıtlatmış ağabeyi. Ağası:
-Hele demiş, şu işimizi bir bitirelim, sonrası Allah kerim. Düşeriz yollara, geliriz Ağcalı’ya.
Sözü söylemek öyle kolay ama zamanın nasıl geçtiğini gel de Ali’ye sor.
Zaman tamam olunca Bürüngüzlü Ahmet Ağa, Ağacalılı İbrahim Ağa’nın hanesinin kapısını çalmış besmele çekerek. Sonrası malum, Türkmenin adetinde rıza almadan iş görmek yoktur. Kevser kıza sorarlar fikrini, ama fikrini ulu orta söylemez. Anasına “he” deyivermiş bir kere, çıkmış ağzından usulcacık.
Davulların zurnaların ortalığı hop kaldırdığı zamanda bir güzel Türkmen düğünü oluvermiş. Bünyan’dan gelen atlı seymenler, hepsi de mavzerli, almışlar gelini orta yere… Ağcalılı seymenler  uğurlamışlar gelini, ta Boğaz’a dek.
Yolda seymen alayının önüne bir çoban çıkmış. Önünde kocaman bir koç… Adettir işte, ya gelin kaldıracak bu koçu, koç geline hediye olacak o zaman, ya da kaldıramazsa koçu, koçun bedeli kadar çobana bahşiş verilecek. Kevser, ince uzun boylu ama oldukça da kuvvetli… Atın üstünden tutmuş yoklamış koçu önce. Sonra Allah’a sığınıp derin bir nefes almış ve koçu atın üzerine çıkarıvermiş. Seymenler, “hay yaşa” deyip alkışlamışlar Kevser’i. Sonra, bir de bakmışlar ki çoban oracıkta ağlayıvermiş kalmış.
-Hayırdır çoban, ne oldu demişler.
Çoban:
-Koç filan ağanındı, ben ona ne derim şimdi.
Bir de çobana bakıp gülmüşler o zaman.
-Haydi çoban, al koçunu da üzülme, ağlama artık. Bu da sana ders olsun, bir daha başkasının malıyla yiğitlik de yapma emi! İşte bizde koç kaldırır gelinler var.
Biz Türkmenler, bir cerene av olmak için doğmuşuz Bekir Bey, siz bir cerene av olmadınız ki, hepimizi de o cerene avlattınız. Biz o cerenin bakışlarına ölürüz, bin defa, yüz bin defa ölürüz.

Yorumlar