Oruç ve Hikmetleri


Şükrü Özbuğday

Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Allah’ın güzel isimlerinden biri de “ el-Hakîm” dir. Yani Allah hikmet sahibidir. Her konuda her şeyi yerli yerinde yapar. Yaptıklarında bir eksiklik bir kusur görülmez. O’nun emir ve yasaklarında insanlar için hikmetler vardır. O, daima insanların menfaatine olan emir ve yasaklar koyar. Cenab-ı Hakk’ın “yapın” ve “yapmayın” şeklindeki bütün emir ve yasaklarında, dünya ve ahirete ait birçok hikmetler bulunmaktadır. Ancak bu hikmet ve faydaların bir kısmı açık iken, bir kısmı düşünmekle bulunur. Bazılarındaki hikmet düşünmekle de tamamen bilinemez. Bununla beraber, hikmeti bizce belli olsun veya olmasın, ibadetleri sırf Allah emir buyurduğu için yerine getiririz.
İşte, Allah’ın her emrinde olduğu gibi oruç ibadetinde de birçok hikmetler, bizim için maddi ve mânevi pek çok faydalar vardır. Biz müslümanlar orucu Allah rızası için tutmakla beraber, bize sağladığı faydaları da bilmek ve değerlendirmek durumundayız. Orucun fayda ve hikmetleri, psikolojik, sosyolojik ve sağlık olmak üzere üç ana grupta toplanabilir.
İnsan beden ve ruhtan meydana gelen bir varlıktır. Bir insan varlığını meydana getiren bu iki unsurdan biri lehine veya aleyhine dengeyi bozacak olursa, mutlaka huzursuz olacak ve bu rahatsızlığı daima hissedecektir. İşte oruç, beden ve ruh dengesini sağlayan en kolay ve en pratik bir araç ve ibadettir. İnsan irâdesini güçlendiren faktörlerin başında oruç, önemli bir yer işgal eder. Başka zamanlarda bir saat dahi sigarayı bırakamayan sigara tiryakilerinin, Ramazanda oruç müddetince sigara içmeden durmaları, orucun insan iradesini ne derece güçlendirdiğinin en güzel örneğidir. İrade zayıflığının insanı, suça ve hataya ittiği de bir gerçektir. İşte oruç, iradeyi kuvvetlendirmek için en güzel egzersizdir.
Oruç, bir esaretten kurtulma temrini, insanı hükmü altında tutan alışkanlıklar ve adi ihtiyaçlara karşı bir başkaldırma provasıdır. Alışkanlıkların yeme- içme gibi faydalısı; kumar, içki gibi zararlıları vardır. Her iki çeşidiyle alışkanlıkların mahkûmu olmak, gerektiğinde onlara karşı duramamak eksikliktir, irade zayıflığına delâlet eder, tavizlere sebep olur. Sabahtan akşama kadar iradesiyle aç ve susuz duran, şehvetini dizginleyen insan, en hayati alışkanlık ve ihtiyaçlarının da esaretinden kurtulmuş demektir, gerektiğinde bunlardan fedakarlık edebilecektir.
Orucun heyecan ve korkulara, sinir ve şuur bozukluklarına karşı büyük ve müsbet etkileri olmakta, özellikle sert ve ağır ruhî bunalımlara karşı sinirlerin dayanma gücünü artırıcı etkisi bulunmaktadır. Böylece oruç, bir yandan insanı ruhen ve fikren rahatlatırken, diğer yandan da gurur ve kibir diktatörlüğünü yıkarak zararsız hale getirir, insanın ruhî ve manevî hayatını dengeler.
Ramazan ayında oruçlu insanlar, mümkün olduğu kadar hissi olmaktan uzak kalırlar. Nefislerine hakim olurlar. Öfkelerini yenerler. Cimrilik nasıl insanları kendisinden uzaklaştırıyorsa, müsrifliğin de hayatı değersizleştirdiğine inanır ve orta yol olan cömertliği seçerler. Verdikleri karardan dönmez böylece sebat ve metanet sahibi olurlar. Şiddetli gazap ve öfke anında gücü yetmekle beraber öc alma ve intikam fikrinden vazgeçerler. Haddini bilip sınırı aşmazlar; yani topyekün insanî faziletlere sahip olmaya yönelirler.
Oruç insanı iç dünyasına döndürmektedir. İnsan kendi düşünce ve davranışlarını ince ince tetkik etmektedir. Aşırı ve huzuru bozan ne varsa onu terketmektedir. Bu iç dünyada geçmişle hesaplaşma vardır. İyi olarak neler yapılmıştır, iyi olmayan neler vardır? Oruçlu iyi olanı, kendisini ve etrafını huzura kavuşturacak olanı yapar. Çünkü, “Mü’min, elinden ve dilinden insanların emin olduğu kimsedir.” Ruhunu huzura kavuşturacak olan iyidir.
Oruç, insanın Allah’a itaat ve teslimiyetle bağlandığı ve bu sayede azim ve iradesinin güçlendiği bir ibadettir. Oruç, Allah’ın ihsan ettiği nimet ve faziletleri tercih ederek bedeni arzuları yenmek ve nefsi baskılara tahammül etmek demektir. Orucun esas gayesi, insanlara nefsi ve bedeni arzuları yendirerek irâde ve şahsiyetini güçlendirmek ve böylece ahirette takdir olunan nimetlere onları ulaştırmaktır.
Oruç, belirli bir süre sadece aç kalma olayı değildir. Oruç köklü bir irade terbiyesi; insanı kötü alışkanlıklardan temizleyen, iyi huylar kazandıran bir ahlâk eğitimidir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurur: “Her kim yalan söylemeyi ve yalanla iş görmeyi bırakmazsa, Allah onun yemesini içmesini bırakmasına değer vermez.” (1)
Oruç insan için kötülüklere karşı bir korunma vasıtasıdır. Peygamberimiz de bu konuda şöyle buyurur: “Oruç bir kalkandır.”(2) Bu hadiste de belirtildiği gibi, oruç müslümanı dünyada günah işlemekten, âhirette cehennem ateşinden koruyan bir vâsıtadır.
Dünyada her kötülüğün başı, Allah’ı unutmak ve sorumluluk duygusunu kaybetmektir. Oruç ise bize daima Allah’ı hatırlatır, sorumluluk duygusunu geliştirir. Bir ay boyunca devam eden bu manevî eğitimin olumlu tesiri ile insan, davranışlarını kontrol altına alarak her türlü kötülükten uzaklaşır.
İslâm sosyal adaletçi bir dindir; bütün canlılara karşı merhametli olmayan, mü’min kardeşinin acısını kendi benliğinde duymayan bir insan olgun bir mümin ve müslüman değildir, hamdır, eksikleri vardır. İbadetlerle olgunluğa ermesi gerekir. İşte oruç açlık, susuzluk gibi durumları yaşatan, bu ihtiyaçları herkese tatma ve duyma imkânı veren bir ibadettir. Bunun arkasından, anlayış alâka ve yardım gelecektir. Zengin fakire karşı daha anlayışlı ve daha yumuşak davranacaktır.
Hayatında açlık nedir bilmeyen varlıklı bir insan, yoksulların çektiği açlık ve sıkıntıyı gereği gibi anlayamaz. Onların çektiği ızdırabı yüreğinde duyamaz. Fakat bu insan, oruç tutarsa, açlığın ne olduğunu bizzat tatmış olur.
Yokluk içinde kıvranan fakirlerin sıkıntılarını içinde duyarak, şefkat ve merhamet duyguları gelişir. Bunun sonucu olarak da fakirlere yardım elini uzatarak sıkıntılarını giderir, toplumun huzur ve mutluluğuna katkıda bulunur.
Böylece oruç, zengin ile fakir arasında hissi bir yakınlık kurarak, fakirin zengine karşı olan düşmanlığını önler.
Bizim için en güzel örnek olan Sevgili Peygamberimiz, insanların en cömerdi idi. O açları doyurur, kendisi aç kalırdı. Ramazan ayında cömertliği doruk noktasına ulaşır, elinde ne varsa yoksullara dağıtırdı.
Peygamberimizin eşi Hz. Aişe diyor ki: “Allah’ın Rasulü üç gün peşpeşe karnını doyurmamıştır. İsteseydi doyururdu. Fakat yoksulları doyurup, kendisi aç kalmayı tercih ederdi.”
Hz. Aişe, Peygamberimizin vefatından sonra ne zaman bir yemek yese ağlamaya başlardı. Bir defasında niçin ağladığı kendisine sorulunca şu cevabı vermiştir: “Hz. Muhammed (a.s.) sağlığında doyasıya bir günde iki defa yemek yiyemedi. Onu hatırladığım için ağlıyorum.”(3)
Hz. Ömer’in halifeliği zamanında dokuz ay süren bir kıtlık olmuştu. Hz. Ömer: “İhtiyaç sahipleri bize gelsin” diye halka duyuru yapmış, kendisi de müslümanlar bolluğa kavuşuncaya kadar, ekmekle beraber zeytinyağından başka katık yemeyeceğine yemin etmişti. Halkın sıkıntılarını yüreğinde hisseden ve onlardan farksız olarak yaşayan bu büyük insan, elbisesi yıkandığı ve başka elbisesi olmadığı için bir gün Cuma namazına geç gelmiş ve bu yüzden cemaatten özür dilemiştir.
Vaktiyle Mısır’da yıllarca süren bir kıtlık olmuştu. O sırada devletin hazinesi Yusuf (a.s.)’ın elinde idi. Halk açtı. Hz. Yusuf da bütün imkânlara sahip olduğu halde karnını doyurmuyordu. Neden böyle yaptığı sorulunca, içinde yaşadığı toplumun acılarını yüreğinde duyan bir sorumluluk anlayışı ile şu cevabı vermiştir: “Eğer ben tok olursam, açların halini anlayamam, yoksulları gereği gibi düşünemem.”(4)
Oruçla toplumda kalpden kalbe yol açılır. Birinden şefkat ve merhamet, diğerinden sevgi ve saygı. Böylece yoksulların zenginlere karşı kıskançlık duygularını yatıştırır, toplumda sınıf mücadelelerinin doğmasını önler.
Her çalışan şey gibi, insan vücudunun ve özellikle sindirim sisteminin de zaman zaman durup dinlenmeğe ihtiyacı vardır. Her yıl Ramazan ayında tutulan oruç, vücudun ve sindirim organlarının dinlenmesini ve temizlenmesini sağlar. Günümüzde yaygın olan kalp, tansiyon ve şeker gibi hastalıkların en önemli sebepleri arasında aşırı beslenme ve buna bağlı şişmanlık olduğu ve pek çok hastalığın tedavisinde perhiz tavsiye edildiği bilinmektedir. Oruç tutanların tecrübeleriyle sabittir ki, Ramazan ayında dinlenip temizlenen vücut makinası senenin diğer aylarında daha sağlıklı ve daha verimli çalışmaktadır. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) orucun sağlığımız yönünden önemini şöyle belirtiyor: “Oruç tutunuz, sıhhat bulursunuz.”(5)
Peygamberimizin söylediği bu söz tıbben de kanıtlanmıştır. Konu ile ilgili olarak iki Batılı bilim adamının tesbitleri şöyledir:
1940 Nobel Tıp Ödülünü kazanan ünlü bilim adamı Dr. Alexis Carrel L’hamme Cet İnconnu adlı eserinde oruç sırasında organizmalarda depo edilmiş besin maddelerinin harcandığını, sonradan bunların yerine yenilerinin geldiğini, böylece bütün vücutta bir yenilenme olduğunu anlatır, orucun sağlık bakımından çok faydalı olduğunu söyler.(6)
Fransız Profesör Pier Mulen de şunları söyler: “İslâm dünyasının en yararlı kurumlarından biri oruçtur. Oruç, bedenin hem fiziksel, hem ruhsal dinlenişidir. Dokuları temizler, birikmiş toksinleri, zehirleri atar. Müslümanlar böylece her yıl bir ay bedenlerini dinlendirirler... Hıristiyan dininde orucun bulunmaması büyük bir kayıptır. Aslında insanların her hafta bir gün oruç tutmaları, başka bir deyimle diyet etmeleri ve sadece meyve suyu içmelerinde büyük yarar var. Böylece vücut, doku ve organlardaki zehirleri atar, beden dinçleşir”.(7)
Ancak belirtmek gerekir ki, -diğer ibadetler gibi- oruç da birtakım menfaatler elde etmek için değil, sadece Allah’ın emri olduğu için ve sırf O’nun rızasını kazanmak maksadıyle tutulur.
Oruç İbadetinin Fazilet ve Sevabı
Oruç, bizi dünyada kötülüklerden sakındıran, ahirette Cehennem ateşinden koruyan ve günahlarımızın bağışlanmasına vesile olan önemli bir ibâdettir. Sevgili Peygamberimiz şu müjdeyi veriyor: “Kim inanarak ve mükafatını Allah’tan bekleyerek Ramazan Orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.”(8)
Oruç, belirli bir süre, sadece aç kalma olayı değildir. Oruç köklü bir irâde terbiyesi olup, insanı kötü alışkanlıklardan temizleyen, iyi huylar kazandıran bir ahlâk eğitimidir. Yine Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurur: “Her kim yalan söylemeyi ve yalanla iş görmeyi bırakmazsa, Allah onun yemesini, içmesini bırakmasına değer vermez.” (9)
Bu hadis-i şerifte orucun yüksek hedefi açıkça gösterilmiş bu ibadetin sadece aç ve susuz kalmaktan ibâret olmadığı, esas gayenin insanı olgunlaştırmak, ahlâk ve fazilet sahibi olarak yetiştirmek olduğu bildirilmiştir.
Lütfu ve ihsânı sonsuz olan Yüce Allah, kullarının ibâdetlerine, yaptıkları iyiliklere, bire ondan yediyüz katına kadar mükâfat vereceğini bildirdiği halde, oruca ayrı bir önem vermiştir. Nitekim bir kudsî hadiste, Peygamber Efendimiz’in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Aziz ve Celil olan Allah buyurdu ki: Ademoğlunun her ameli kendisi içindir, yalnız oruç müstesnâ. O sadece benim içindir. O halde, mükâfatını da bizzat ben takdir edeceğim.”
Oruç, kişiyi kötü davranışlardan koruyan bir kalkandır. Öyleyse sizden biriniz oruçlu bulunduğu gün, sakın çirkin söz söylemesin; yakışıksız işler yapmasın. Şayet biri ona söver veya çatarsa, “ben oruçluyum, ben oruçluyum” desin, “Muhammed’in canı kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha hoştur. Oruçlunun ferahlayıp sevineceği iki sevinç anı vardır. Biri iftar ettiği zaman, diğeri de orucunun sevabı ile Rabbine kavuştuğu andır.”
Bu hadis-i şerifin bir başka rivayeti de şöyledir. “Ademoğlunun her amelinin sevabı kat kat verilir. Bir iyiliği, on mislinden yediyüz kata kadar mükafatlandırılır, yalnız oruç müstesnâ. Onun karşılığını bizzat ben takdir edip vereceğim. Çünkü oruçlu, yemesini içmesini ve şehvetini, sırf benim için terketmiştir.”(10)
Oruç büyük bir sabır ve fedâkârlık sonucu yerine getirilen bir ibadet olduğu için, karşılığı da ona göre kat kat fazlasıyla verilecektir. Hatta oruçlular kendileri için özel olarak ayrılan “Reyyan” kapısından cennete gireceklerdir. Bu konuda Sevgili Peygamberimiz şöyle buyururlar: “Cennette Reyyan denilen bir kapı vardır ki, oradan kıyamet günü yalnızca oruçlular girecek, başka hiç kimse giremeyecektir. Onlar, “Oruç tutanlar nerede?” diye çağrılacaklar ve kalkıp girecekler. Onlar girdikten sonra kapı kapanacak; artık hiç kimse bu kapıdan giremeyecektir.”(11)
Sahurda kalkıp yemek müstehaptır. Peygamberimiz (s.a.s.): “Sahurda yemek yiyiniz, çünkü sahur yemeğinde bereket vardır.”(12) buyurmuştur. Sahur yemeği oruca dayanma gücü verir. Duaların kabul edildiği vakitlerden biri de sahur zamanıdır. Oruçlu sahura kalktığı zaman, dilekleri için duâ etmeli ve Allah’tan günahlarının bağışlanmasını istemelidir.

Oruç ibâdetini tamamlayıp, iftar vaktine yetişen kimse, bundan büyük bir mutluluk ve sevinç duyar. Tuttuğu orucun mükâfatını almak üzere, kıyamet gününde Allah’ın huzuruna vardığı zaman en büyük sevinci tadacaktır. Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyuruyor: “Oruçlunun iki sevinci vardır. Biri iftar ettiği vakit, diğeri de Allah’a kavuştuğu zamandır.”(13)
İftar vakti yapılan dualar kabul edilir. Peygamberimiz bu konuda da şöyle buyurmuştur: “Üç kimsenin duası geri çevrilmez, kabul edilir:
1- Oruçlunun iftar vaktindeki duası, 2- Adaletli hükümdarın duâsı, 3- Mazlumun duâsı.”(14)
İnsan elinde olan nimetlerin kadrini kıymetini, ancak bunlar elinden çıktıktan sonra anlar. Fakat iş işten geçtiği için bunun bir yararı olmaz. Oruç tutmakla bir süre nimetlerden uzak kalan insanın gözünde bu nimetlerin değeri daha iyi anlaşılır. Bu anlayış insana, onları daha iyi korumasını ve nimetleri kendisine veren Allah’a daha çok şükretmesini öğretir. Nimetlere şükür ise, onların çoğalmasına vesile olur. Allah teala şöyle buyuruyor: “Andolsun, şükrederseniz elbette (nimetimi) artırırım.”(15)
Oruç, sadece yemeyi içmeyi bırakmak değil aynı zamanda kötülüklerden de uzaklaşmaktır.
Midemiz, yiyecek ve içeceklerden uzak kaldığı gibi dilimiz yalandan, ellerimiz haram işlerden, gözlerimiz harama bakmaktan, kulaklarımız yalan ve dedikodu dinlemekten, ayaklarımız kötü işler peşinde koşmaktan uzaklaşarak oruçtan nasibini almalıdır. İşte oruçludan beklenen budur.
Oruç tutan bir müslüman çeşitli yemeklerle donatılmış sofranın başında helâl olan nimetlere elini sürmez, sabırla iftar vaktini bekler.

Şimdi düşünecek olursak; helâl olan şeylere bile elini sürmeyen oruçlu, nasıl olur da harama el uzatabilir. Vücudunun ihtiyacı olan faydalı yiyecek ve içecekleri istediği zaman bırakabilen bir mü’min nasıl olur da zararlı içkileri kullanmaktan vazgeçmez?
Böylece oruç, bize belirli bir süre helâl olan şeylerden uzaklaşmakla haramlardan sakınmayı da öğretir. (1) Buharî, Savm: 8. (2) Buharî, Savm: 2, Sıyam: 30. (3) Tirmizî, Zühd: 38. (4) Aliyyü’l-Kârî, Mirkâtü’l-Mefatih, C.2, S.492. (5) Keşfü’l-Hafâ, C.2, S.33. (6) Hayat Ansiklopedisi, Oruç Maddesi. (7) Günaydın Gazetesi. (13.8.1982). (8) Buharî, Savm: 6. (9) Buharî, Savm: 8. (10) Buharî, Savm: 2; Müslim, Sıyam: 163, 164; Tirmizî, Savm: 55. (11) Buharî, Savm: 4; Müslim, Salâtü’l-Müsafirin: 175; Tirmizî, Savm: 1. (12) Buharî, Savm: 20; Müslim, Sıyam: 9. (13) Müslim, Sıyam: 30. (14) İbn-i Mâce, Sıyam: 48. (15) İbrahim Sûresi, Ayet: 7.

Yorumlar