BAĞDATLI RUHİ VE DİVAN EDEBİYATINA FARKLI BİR BAKIŞ

Çoğu zaman basma kalıp laflarla Divan Edebiyatını suçladılar. Onlara göre bu edebiyat halktan çok uzaklarda bir yerlerde duruyordu. Bırakın halkın dertlerini anlatmayı, o dertlerin ve sıkıntıların yakınlarından bile geçmeyen bir edebiyattı. Yani tam bir yüksek zümre edebiyatıydı. Saray ve çevresinde gelişmişti. Halkın dertlerinden bi-haberdi. Buraya kadar iyi hoş da… Acaba bunlar doğru şeyler miydi? Divan Edebiyatı acaba içinden çıktığı toplumu inkar mı ediyordu; yoksa ona, kendi tarzı içinde, kendi toplumunun gelenekleri, alışkanlıkları yansımakta mıydı? Bu noktada ben Bağdatlı Ruhi’yi anlatma ihtiyacı duyacağım. 16. yüzyıl divan şairlerinden olan Bağdatlı Ruhi, Kanuni’nin ordularıyla Bağdat’a giden Anadolulu bir askerin oğlu olduğu söylenir. Kendisi de Osmanlı Ordusunda askerdir. (Sipahidir.) onun terkib-i bentlerine baktığınız zaman aslında divan edebiyatının sosyal bir yönü olduğunu çok net görebilirsiniz.
Şu beyite bir bakalım:
Dünyâ talebiyle kimisi halkun emekde
Kimi oturup zevk ile dünyâyı yemekde
16. yüzyılda bir şair sizlere emekten bahsediyor. Birçok insan asgari bir geçim sağlamak için emek harcıyor, çalışıyor, didiniyor ama gelin görün ki bunun dışında kalan bir zümrenin ise böyle bir kaygısı yoktur. Onlar, çalışmadan, emek harcamadan, zevk ve eğlence ile dünya nimetlerini yemekle meşgullerdir.
Diyebilirsiniz ki Bağdatlı Ruhi, bir tesadüfle böyle bir konuya girmiş olabilir. Böyle düşünmeyin; çünkü, öyle bir tarz geliştirmiş ki bütün sosyal meseleler sanki Bağdatlı Ruhi’nin eserlerinde terennüm edilmektedir.
Bir de şu beyite bakalım:
Ebnâ-yı zamânun talebi nâm u nişandur
Her biri tasavvurda fülân ibni fülândur
Bu beyitte insanların asalet düşkünlüğü anlatılmıyor mu? Zengin ve yüksek tabaka yıllardır bu işle uğraşmazlar mı? Onların soyları aslında çok önceden bir asalet gösterir. Onların içinden hasbelkader bir yerlere gelmiş olduklarını söyleyenler pek azdır. Çünkü onlar, unvanlara, makamlara, soyca asalete çok önem verirler.
Ya şu makam mevki peşinde koşanlara ne demeli… Bağdatlı Ruhi, onları da anlatıyor:
Zî-kıymet olunca nidelim câh ü celâli Yuf anı satan dûna hırîdârına hem yuf
Ârif ki ola müdbir ü nâdân ola mukbil İkbâline yuf âlemin idbârına hem yuf
(Kıymetli olun (yani: parayla satılan) mevkii ve büyüklüğü ne yapalım? Onu satan alçağa da, satın alanına da yuh olsun!
İrfan sahibi mevkiden düşmüş, bilgisiz ise yüksek mevkide olduktan sonra, dünyanın yüksek mevkiine de, mevkiden düşmesine de yuh olsun!)
Bağdatlı Ruhi, zengin – fakir tabaka arasında yaşanan ciddi farklıları ortaya koyarken tüccarlara, yöneticilere, beylere de ciddi eleştiriler getirmektedir.
Mesela:
Yok derdine bir çare ider mir ü gedadan
Sen çektiğin âlâmı gerek sakla gerek de
(Sen çektiğin sıkıntıları ister sakla, ister söyle; derdine ne beyden ne fakirden çare yok)
A’yan-ı cihandan kerem umma anı sanma
Âsâr-ı atâ ola ya paşada ya beğde
(Cihanın önde gelenlerinden kerem bekleme, ihsan eseri paşada ya da beyde olur sanma.)
Matbahlarına aç varan adem degenek yir
Dergahları var göz kapuda el degenekte
(Onların mutfaklarına aç giden adam sopa yer. Gözleri kapıda ellerli değnekte kapıcıları var.)
Bir devrde geldük bu fena aleme biz ki
Âsâr-ı kerem var ne beşerde ne melekde
(Bu fani dünyada öyle bir devire geldik ki, cömertlik alameti ne insanda ne de melekte var.)
Ağyar vefadan dem urur yar cefadan
Ademde vefa olmaya var ola köpekde
(Başkaları vefadan bahseder, dost cefadan; köpekte vefa var ama insanda vefa yoktur.)
Evc-i feleğe basdı kadem cah ile cahil
Erbab-ı kemalün yiri yok zir-i felekde
(Cahil, makamı ile feleğin tepesine ayak bastı; işinin ehli insanların feleğin altında yeri yok.)
Yâ Rab bize bir er bulunup himmet eder mi?
Yoksa günümüz böyle felaketle geçer mi?
Görüldüğü üzere bizim Divan şiirimiz aslında tek yönlü değildir. Toplumsal hayattan uzak duranlar olduğu gibi, hayatı bütün yaraları ve dertleriyle terennüm edenler de vardır. Bağdatlı Ruhi, bu ekolün en önemli temsilcilerinden sayılır. Nef’i’nin Siham-ı Kazasını (Kaza Oklarını) ise bir başka yazıda anlatalım.

Yorumlar