Çoban olmak nasıl bir şeydir?


Çoban olmak nasıl bir şeydir diye düşündünüz mü hiç? Çobanlarla ilgili konuları sadece kitaplardan mı okudunuz, birilerinden mi duydunuz, yoksa gerçekten bir çoban arkadaşınız mı oldu? Çobanlık, hafife alınacak bir iş değil. Çobanlardan tahminlerinizin çok ötesinde insanlar.
Onların hayatı anlayışları bir başkadır. En azından benim tanıdığım birçok çobanın oldukça etkileyici özellikleri olduğunu söyleyebilirim. Birçoğu, gecenin derinliklerindedir ve yalnızlığın hüküm sürdüğü bir dünyada ruhlarını dinlemeyi en iyi bilenlerdendir ve Allah’a yakındırlar. Bu yakınlık sonucu ruh dünyalarında inanılmaz derinlikler oluşmuştur. Sezgi güçleri çok kuvvetlidir. Hayatı, tabiatı ve hayvanları en iyi algılayanlar arasında baş sıradadırlar. Oldukça mülayim ve hoşgörülü insanlardır ve gönül ehlidirler.
Palas Ovasında Çoban Mehmet’in isli çaydanlığında demlenmiş çok nefis bir çay içiyoruz. Lafı döndürüp dolaştırırken, soğuk kış günlerinde buralara kurt iner mi soruyorum. Çoban Mehmet, karşıki tepelere “Olmaz mı?” diye soruyor. Sadece kışın mı, baharın da olur, yazın da diyor ve başlıyor anlatmaya.
Çoban Mehmet, geceleri abasının içine sokulup yatmadan önce köpeklerden birinin ayağına ip bağlarmış, diğer ucunu da kendi ayak parmağına bağlarmış. Köpek, kızıl ötesine ulaşan eşsiz duyarlılığı ile tehlikeyi sezinleyip ayağa kalktığında ip, Çoban Mehmet’i de uyarırmış. Bir gün yarı uykulu bir halde yatan Mehmet, yarı rüya haliyle bir kurdun sürüye yaklaşmakta olduğunu görmüş. Köpeklerin hiçbiri kokuyu alamamış; çünkü kurt rüzgarın ters yönde geldiği istikametten geliyormuş. Mehmet, ayağındaki ipi çözmüş, köpeklerin ve koyunların arasından sessiz sedasız süzülüp kurdun yürüyüş yolunda önüne çıkmış. Elindeki tüfeği kurda doğru doğrultmuş. Kurt da bir yere kaçamamış, Mehmet de kurda ateş edememiş. Bir süre öylece birbirlerine bakakalmışlar. Çoban Mehmet, kurda seslenmiş:
-Haydi yoluna git, sen de bir anasın, senin de yavruların var.
Kurt, gerisin geri dönüp oradan uzaklaşmış. Çoban Mehmet, bir süre orada kalakalmış. Gördüğü bir rüya mıydı, yoksa gerçek miydi? Koluna bir çimdik atmış ve canının acıdığını görmüş. Yine sessiz sedasız, abasının yanına varmış ve içine girmiş.
ALLAHIM BENİM MİSAFİRİMİ KABUL ET!
Zamantı’da bir köyde bir adam varmış. Köylülerin ahlaksız, edepsiz de sevmedikleri bir adammış. Adam ki çam yarması gibi bir zebella… Kimselerin sevmediği bir adam… Bu adam, günün birinde vefat etmiş. Köylüler, adamın cenazesini kaldırmaya yanaşmamışlar. Cenaze evde üç gün kalmış, artık kokmaya başladığı bir sırada, hanımın aklına dağdaki çobanı gelmiş. Çobana haber yollamış, gelsin de ağanın cenazesini kaldırsın demiş. Çoban da gelmiş, ağanın ağır cesedini sırtlamış, yıkamış, cenaze namazını kılmış ve defnetmiş.
O gün bütün köylüler rüyalarında ağayı cennette görmüşler. Bu nasıl bir iş diye hayretler içinde kalıp düşünürlerken cenazeyi kaldıran çoban akıllarına gelmiş. Olsa olsa bu işin sırrını çoban bilir demişler. Çobana rüyalarını anlatıp sormuşlar, bu adam sağlığında iyi biri değildi, yapmadığı kötülük kalmadı, sen bu adama ne yaptın ki bu adamı biz cennette gördük. Çoban şaşırmış:
-Ben Kur’an bilmem, okumam yoktur. Ben sadece yıkadım ve defnettim. Ben cahilim bir adamım.
Köylülerden biri demiş ki:
-Hangi duayı okudun defnederken?
Çoban:
-Ben Arapça dua bilmem, sadece Rabbime dedim ki: Ben 50 yıllık çobanım. Dağlarda ben senin misafirini çok ağırladım, bu da benim misafirim. Allah’ım benim misafirimi de sen kabul et.

Yorumlar