Memleket İsterim

Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.

Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun.

Büyük usta Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Memleket İsterim” şiiri… Şair duyarlılığı ile dertlerden, kaygılardan âzâde, insanların mutlu olduğu bir memleket hayali… Güzel bir hayal…
“Siz şiir yazarsınız ama bir tane beton direk dikemezsiniz” diyen hoyrat sesleri belki bıyık altından güldürecek bir hayal… “Şair bu, yine kendi kafasına göre bir hayalin peşisıra uçmuş” diyecekler. Lakin unuttukları şey şudur. Şiirin konusu insanken bunu “beton direk”lerle mukayese etmek yanlıştır. İnsanoğlu hayal ettiği müddetçe yaşar düsturundan hareket etseydiniz, elinizdeki o beton direkleri gösteren projenin de bir hayal olduğunu ama istenirse hayallerin de gerçeğe dönüştürüldüğünü görürsünüz.
Bilge Kağan’ın Göktürk Kitabelerinde ifade ettiği sözü hatırlayalım: “Aç milleti doyurdum, fakir milleti zengin kıldım” diyor. Bu millete yapılacak en büyük hizmet budur. “Kış günü herkesin evi barkı olsun” sözüyle şair, insanlara yuvalarının sıcaklığını hatırlatıyor. Hatırlarsınız, bizim insanımız evlerinden bahsederken onu “başını sokacak bir yer” ve “yuva” olarak ifade eder. Yuva kelimesi ise hep sıcaklığı çağrıştırır. İnsanların yuvalarında rahat etmeleri ise “iş güç sahibi” olmalarına bağlıdır. “Dostunun yüz karası, düşmanının maskarası” olmamak için bu şart… İşsizlik “yuva”nın önündeki en büyük tehlike ve devleti yönetenlerin de birinci öncülü hep ekonomi, hep ekonomi olmak zorunda… Çağımız dünyasında bunun tersi yok. Aç milleti doyurmak, fakir milleti zengin kılmak başka yolla olmuyor.
Bakınız, her başarı hikayesinin öyküsü vardır ve insanlar bu öyküleri tatlı tatlı dinlerler ama başarısızlığın öyküsü olmaz. Olsa bile kimse dinlemek istemez. Şimdi koskoca Osmanlı İmparatorluğunu sorun halka… Size sadece üç ismi verecekler: Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman ve Yavuz Sultan Selim. Sanki bu üç padişahtan başkası yoktur halkın nazarında. Nasıl bir hafıza ise bu, bazı şeyleri toplumun hafızası hiç unutmuyor. Sanki Osmanlının son 200 senesi hafızalarda yok gibidir. Silinmiş, atılmış. Halk, hep müreffeh olduğu dönemleri yad ediyor. Acılı yılları unutmak istiyor.
Dedem, milli mücadelede Atatürk’le Ankara’da omuz omuza namaz kılmış bir adam, onun dilinde hep Atatürk vardı, başka kimse Atatürk’ün yerini tutamazdı. Yolları, limanları, fabrikayı, elektriği Atatürk getirdiği gibi Türk’ün başını onurlu bir şekilde dünyaya kaldıran gerçek bir liderdi, önderdi.
Babam bir Menderes hayranıydı, ömrünü onun yolunda harcayabilirdi ama bir gece bu “büyülü rüya” bozulmuştu. “Menderes dursaydı” diye başlayan cümleler kurar, Süleyman Demirel’i Menderes’in yaptıklarını devam ettirdiği severdi.
Hülasa, devirler değişiyor, insanlar değişiyor ama bazı şeyler hiç değişmiyor. Bizim insanımız şairin dediği gibi “memleket istiyor” ve o memlekette sıcacık yuvalar olmalı… “Kaynıyor aşım, ağrısız başım” diyen bizim halkımızdır.
Bütün uygulamaların merkezinde “insan” olmalıdır. Bu aynı zamanda Hacı Bektaş Felsefesinin temelidir. Bu aynı zamanda Edebali öğüdüdür. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” diyen düsturu hatırlayalım.
Baba oğluna söz vermiştir. Akşama onu sinemaya götürecektir. Akşam olur, baba eve gelir, ama çok yorgundur. Çocuk heyecanla babasına koşar.
-Baba, sinemaya gidiyoruz değil mi?
Baba yorgunluğun etkisi ile,"ne yapsam da bu akşam sinemaya gitmesek" diye düşünürken, koltuğun üzerindeki gazeteye gözü ilişir. Gazetede büyük bir dünya haritası vardır. Gazeteyi eline alır ve parçalara ayırır. Sonra çocuğuna göstererek:
-Bu haritayı eski haline getirirsen gideceğiz, der ve koltuğa uzanır. Çünkü haritanın eski haline dönmesi ona göre mümkün değildir. Ancak kısa bir süre sonra çocuk, babasını uzandığı koltuktan uyandırır. Elinde tüm parçaları düzeltilmiş bir dünya haritası ile babasına gülümsemektedir. Baba şaşırır.
-Nasıl yaptın?
Çocuk: Çok kolay oldu. Haritanın arkasında insan resmi vardı, onu düzeltince dünya da düzeldi.
Yaşanabilir bir dünya için "önce insan" demek ne kadar doğru değil mi?

Yorumlar