Seyit Burhanettin AKBAŞ: "Şiiri Çok Hafife Alıyoruz"

1965 yılında Kayseri’nin Bünyan ilçesinde dünyaya gelen Akbaş, edebiyat öğretmenliği yapıyor. Akbaş, ilk şiirlerini de ilk hikayelerini de lise yıllarında yazmaya başlamış. Akbaş, her üç kişiden birinin şair olduğu bir toplumda şiiri çok hafife aldığımızı söylüyor. Ülkemizde şair ya da yazar olmanın çok bir öneminin olmadığını düşünen Akbaş: “Biz ne zaman ki kültür ve sanat faaliyetlerinde öne çıkarız, işte o zaman bu şehirde müreffeh bir toplumun yaşadığına hükmolunur. Başka bir ölçü yoktur” şeklinde görüşlerini bildiriyor. Akbaş ile ilgili verdiği bu özet bilgilerden sonra sizi Akbaş ile yaptığımız söyleşiyle baş başa bırakalım: “Eski siyah beyaz fotoğraflara ilgim var” Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Ben Seyit Burhanettin AKBAŞ… 1965 yılında Kayseri’nin Bünyan ilçesinde dünyaya geldim. Edebiyat öğretmeniyim. Bünyan Şehit Piyade Teğmen Bekir Öztürk Çok Programlı Anadolu Lisesi’nde çalışıyorum. Bugüne kadar ikisi şiir olmak üzere toplam 15 kitabım var. Yıllarca Erciyes TV, Ehaber TV ve TV1’de televizyon programları hazırladım. Genellikle geziler, kültür ve sanat, ana konularımızı oluşturdu. Eski siyah beyaz fotoğraflara ilgim vardır. 10 bine yakın eski siyah beyaz fotoğraf arşivim vardır. Ayrıca fotoğraf sanatına da amatörce ilgi duyarım. “Lise yıllarımda yazmaya başladım” Yazarlık/şairlik serüveniniz nasıl başladı? İlk şiirlerimi de ilk hikayelerimi de lise yıllarımda yazmaya başladım. Kızılay’ın açmış olduğu bir hikaye yarışmasında hikayem birinci olmuştu. Lise 2’ye gidiyordum. Çok mutlu oldum. Sonra birçok hikaye yazdım ama o yıllara ait hikayelerimi tuttuğum defterimi kaybettim. Durum böyle olunca çok üzüldüm. Aradan yıllar geçince yeniden hikaye yazmaya başladım. İlk şiirlerim de bu yıllara dayanır ama şiir konusunda acele etmemek gerekir. Her üç kişiden birinin şair olduğu bir toplumda şiiri çok hafife aldığımızı düşünüyorum. Lise 2. Sınıftayken Bünyan’da İbrahim Sümer Ağabeyle birlikte Bünyan’ın Sesi Gazetesini çıkarmaya başlamıştık. Yaklaşık 10 yıl boyunca bu gazete ile meşgul oldum. Lise ve Üniversite yıllarımda ise Erciyes Dergisinde birçok yazı ve şiirim yer aldı. “O zamanlar okumak büyük heyecandı” Yazarlık/şairlik serüveninizde sizi etkileyen isimler kimlerdir? Babam Sümerbank Fabrikasında işçiydi. Yıllarca evimize Tercüman gazetesi girdi. Babam, “gözlerim görmüyor” bahanesiyle gazetenin köşe yazılarını bana okuturdu. Bir gün lisede kompozisyon dersinde öğretmenim, benim yazımda geçen bazı kelimelerin altını çizmiş. Bana bu kelimeleri nereden öğrendiğimi sordu. Nereden öğrendiğimi o an hatırlayamadım ama daha sonra düşündüm ki gazetenin köşe yazılarını okurken birçok kelimeyi öğrenip kelime dağarcığımı genişletmişim. İlkokul okumalarımı çok iyi hatırlayamıyorum ama ortaokulda Ömer Seyfettin ve Feridun Fazıl Tülbentçi okumalarımın bende çok etkili olduğunu bugün daha iyi anlıyorum. Lise yıllarımda başta Tarık Buğra olmak üzere, Ziya Gökalp’in çizgisi, sonraları Yahya Kemal, Necip Fazıl derken yelpaze çok genişledi ve farklılaştı. Zaten Edebiyat tahsili yapınca daha da zenginleşti her şey. Her kesimden hemen hemen kalburüstü birçok yazarı ve şairi okuduk ve hepsinden de ayrı ayrı zevk aldık. Bugün maalesef o okumaları yapıyoruz desek yanlış olur. O zamanlar okumak büyük heyecandı. Şimdi o heyecan kayboldu gitti. Neden böyle oldu bilmiyorum. “Kayseri şehir olarak birinci önceliğimiz” Hangi tür eserleri takip edersiniz? Özellikle Türk Tarihine, Kayseri Tarihine, Türk Halk Bilimine karşı çok ilgim vardır. Ahmet Taşağıl Hocanın son yıllarda Göktürk Dönemine ait yaptığı çalışmaları çok etkili buluyorum. Son yıllarda Anadolu’nun eski tarihine karşı da ilgi duymaya başladım. Soy araştırmaları, eski Osmanlı kayıtları (kadı sicilleri, beratlar vs) da ilgimi çekiyor. Hey Andon romanımın konusunu Osmanlı kayıtlarından ve bu alanda yazılmış makale ve kitaplardan yakaladım. Kayseri zaten şehir olarak birinci önceliğimiz. Kayseri ile ilgili her türlü bilgi ve belgeyi, kitabı ve makaleyi takip etmekle adeta kendimizi görevlendirmişiz.  Kitaplığımda en geniş bölümlerden biri Kayseri bölümüdür. “Yazı, tamamen bir ihtisas alanına benziyor” Yazar/şair, çalışılarak mı? Yoksa doğuştan kazanılmış bazı yeteneklerle mi olunur? Şairlik başka bir şey. Şairliğin bence doğuştan gelen tarafı ince ruh halidir. Bu özellik sonradan kazanılmıyor. Lakin bu ince ruh halinin kelimelere yansıması ise çalışarak oluyor. Yani derinlerde bir yerde duran cevheri açığa çıkarmak lazım… Bunun için usta malı eserleri çokça okumak lazım. Geleneğin ne olduğunu fark etmek gerekli… Sonra da bütün bunları bildiğiniz halde kendinize özgü bir tarz geliştirmek için canla başla çalışmak şarttır. Yazarlık ise daha başka bir alan… Bu kadar geniş bir sahada her türün yazarlığı da farklıdır. Bir gazetede fıkra yazarına da “yazar” denir, roman ya da deneme yazan kişiye de yazar denir. Halbuki sanatsal cümleler üretmek farklıdır. Sanat eseri ortaya koyan kişi sanatçı olarak adlandırılır ki asıl kalıcı olan da bu tür eserlerdir. Yazı alanı tamamen bir ihtisas alanına benziyor. Yani sizin cümleleriniz doğuştan bir kabiliyetle gelmez, ancak çok okuyarak ve kelime dağarcığınızı genişleterek bu işte başarıya ulaşılabilir. “Günümüz dünyasında her şeyi ekonomi belirliyor” Günümüz dünyasını ve ülkemizin yazar ve şairler için avantajlı ve dezavantajlı yönlerini sıralar mısınız? Dünyanın başka yerlerinde neler olduğunu bilmiyorum ama ülkemizde şair ya da yazar olmanın çok bir öneminin olduğunu düşünmüyorum. Günümüz dünyasında her şeyi ekonomi belirliyor. Şair ve yazarlar yaptıkları işten para kazanamadıkları sürece de herhangi bir statü kazanmaları imkansız gözüküyor. “Kayseri’nin her devirde kendi yetiştirdiği şair ve yazarları olmuştur” Kayseri, yazar/şair olabilmek için avantajlı bir ortam sunuyor mu? Neden? Aslında İstanbul’un “taşra” diye belirlediği her ortamın dezavantaj olduğu bir gerçektir ama taşrada da adam kıtlığının meydana getirdiği bir ortamda koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler misali hak edilmemiş unvanlara sahip insanlarla da karşılaşıyorsunuz. Yani taşra, bazı insanları da hak etmedikleri bir yerlere getirebiliyor. Kayseri’nin ise her devirde kendi yetiştirdiği şair ve yazarları olmuştur. Kayserili şair ve yazarları öne çıkaran bir anlayış son yıllarda daha da öne çıkmıştır. Bunun sebebi ise kenti yöneten idarecilerin yönetim anlayışı ile ilgilidir. Bu şehre kimliğini veren şeyin beton yığınları veya alışveriş merkezileri vs. olmadığını şehrin yöneticileri anlıyorlar. Biz ne zaman ki kültür ve sanat faaliyetlerinde öne çıkarız, işte o zaman bu şehirde müreffeh bir toplumun yaşadığına hükmolunur. Başka bir ölçü yoktur. “Sanat faaliyetleri devletin himayesine muhtaçtır” Sadece yazar/şairlik yapılarak geçinebilmek mümkün mü? Mümkün değildir. Çünkü hâlâ kültür ve sanat faaliyetleri devletin himayesine muhtaçtır. Bu durum Osmanlıdan beri değişmemiştir. Kültür ve Sanat Toplulukları ekonomik olarak kendi ayakları üstünde asla duramazlar. Halkın her gün ekmek parası kazanmak için hummalı bir çaba harcadığı bir ülkede belli sanat dallarının dışında bir gelişmenin olması beklenemez. Eğitim seviyemiz ve eğitim kalitemiz de çok düşük… Hangi ressam, hangi şair, hangi yazar kendi eserlerini pazarlayarak ekonomik özgürlüğünü ilan edebilir? Çok çok azı… Hatta parmakla sayılabilecek insanlar dışında bunu başarabilmiş kimseler yok.  Taşrada ise böyle bir rüyayı kimse görmüyor zaten. “Zamanın vereceği hükmü kimse bilemez” Yazar/şair olmak isteyenlere veya henüz yolun başında olanlara neler tavsiye etmek istersiniz? Eğer yolun başında iseler hemen dönsünler. Şaka bir yana, bu işi kendi ruhumuzun bir yansıması olarak görürsek hayal kırıklığına da uğramayız. Şan ve şöhret amaçlı yola çıkanlar çabuk yorulup tökezleyecekler ama şair ve yazarlığı bir yaşama biçimi kabul edip uzun ince bir yola çıkanlar başarılı olurlar bana göre. Daha doğrusu başarıyı da bir kenara bırakalım. Çünkü zamanın kimi kendi çarklarının arasına alıp harcayacağı kimi bir sonraki zamana taşıyacağı bugün için zaten belli olan bir şey değil. Önemli olan zamana bir iz düşmek diyeceğiz ve bizi insanların bulabilmeleri için yollara inci mercan dökmeye devam edeceğiz. Gerisi bizim elimizde olan bir şey değil. Gerisi kaderdir. Sadece bir eseri olan Montaigne’i bugün herkes tanıyor ve okuyor ama yüzlerce eseri olan birçok yazarı tanımadığımız da aşikardır. O yüzden zamanın vereceği hükmü kimse bilemez. “Arkadaşlarımızın kitaplarını yine bizler okuyoruz” Son olarak neler eklemek istersiniz? Ben size çok çok teşekkür ediyorum. Ders kitapları ile test kitapları dışında okumayan bir toplumda şair ve yazar olmaktan önce “okur” olmanın önemi anlatılmalıdır. Kitap satışları hâlâ çok düşük, yazarları ve şairleri, sanatçıları zaten toplum tanımıyor. Biz okuma işini halka yaymadığımız sürece şair ve yazar yetiştirmenin çok bir önemi yoktur.  Bir yazar arkadaşımızın imza günü oluyor. Gelenlerin çoğu yine şair ve yazarlar. Arkadaşlarımızın kitaplarını yine bizler okuyoruz. O salonlar gerçek okurlarla dolmadığı sürece demek ki bizler de aslında bir hayalin peşinde koşuyoruz.  Aslında çuvaldızı kendimize batıracağımız zamanlar da olmalı. Biz de kalitemizi artırmadığımız sürece, kendimizi sorgulamadığımız sürece niye böyle bir hayalin peşinde koşuyoruz diyebilmeliyiz. Kitabı devlet bassın, okuru devlet bulsun, parayı devlet versin diyerek şair ve yazar olunursa sonuç da elbette böyle olacaktır. Şair ve yazarlar “toplumun önde gideni” olma sevdasına düşmeli öncelikle. Kendilerini en iyi şekilde yetiştirmeliler ki bir etki alanı oluşturabilsinler. Türk Edebiyatını ve Dünya Edebiyatını didik didik etmemiş, yaşadığı toplumla ilgili ciddi gözlem ve analiz gücüne sahip olmayan bir edebiyatçının yaptığı edebiyatın da çerçevesi elbette çok dar olacaktır. Türkiye Yazarlar Birliği Kayseri Şubesi’ne bu söyleşi dizimizde yazarlara ulaşmamızda ve koordine çalışmalarından dolayı teşekkür ederiz. Söyleşi: Bünyamin Gültekin
http://www.kayserigundem.com/roportaj/siiri-cok-hafife-aliyoruz-h11230.html

OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ ==> http://www.kayserigundem.com/roportaj/siiri-cok-hafife-aliyoruz-h11230.html

Yorumlar