S.Burhanettin AKBAŞ
Eleştirmen,
özgür olmalıdır, bundan başkasını düşünmemiz imkansızdır. Benim sadece üzerinde
durmak istediğim şey, bir döneme, bir esere ve bir yazara eleştiri getiren
kişinin belli bir yetkinlikte olması gerekmez mi? En azından eleştirdiği eseri
okumuş olmalı… Hatta belki vakti olursa o eserler veya o dönemle ilgili yazılmış
eleştirilere ya da yorumlara göz gezdirme imkanı bulabilmeli… Belki yazarla
veya ona yakın kimselerle yapılmış röportajları da tozlu raflardan çıkarıp bir
dergi incelemesi de yapabilmelidir. Bütün bunları yapmamış bir eleştirmenin
“aykırı görüşlerimden dolayı beni dışlıyorlar” demesi size de pek bir garip
gelmiyor mu, gelmez mi?
Bir edebi dönemi ya da eseri ele aldığını söyleyen
eleştirmenin, daha eser ya da dönem hakkında doğru dürüst birkaç söz söylemeden
siyasi saplantılara girmesini nasıl değerlendireceğiz peki? “Onlar rejimin
adamlarıydı” diye başlayan sohbetin eser eleştirisinden ziyade rejim
eleştirisine dayandırılması aslında bir çıkmaz sokak değil de nedir? Beş
Hececiler ve Milli Edebiyatı, yaptıkları bunca sanatsal faaliyete rağmen sadece
Atatürk ve genç cumhuriyetin yanındaki bir topluluk olarak değerlendirmek ve
bunu da olumsuz bir durum olarak ortaya koymak yere ve göğe sığmaz bir
haksızlık olur. Sanat adamının kendi dönemindeki siyasi rejimlere aykırı olması
gerektiği gibi bir zorunluluk çıkarılırsa o zaman Türk Edebiyatında
eleştirilmeyecek şair ve yazar kalmaz. Hatta bir kısım saplantılarla
eleştirmenin baş tacı ettiği yazarlar, eserler ve dönemler de bu hastalıklı
önyargılardan nasibini fazlasıyla alırlar.
Sanat adamları elbette aykırı düşünceleri en rahat ortaya
koyacak ürünleri verebilmelidir. Eleştirmen, sadece aykırılıkların peşine düşen
bir adam olarak kendini ortaya koyar ve yaşadığı devirde siyasi akımların
peşine kapılmış insanları değerlendirirken rejime muhalif olanları destekler ve
rejimin yanında yer alanları “tukaka” ederse, başta eleştirmen kendisine
haksızlık yapmış olur. Çünkü, tarafsızlığını yitirmiş bir eleştirmenin
yazdıkları ve söyledikleri ancak kendi çevresini ve taraftarlarını
ilgilendirir. Asla ve asla toplumun bütünü tarafından kabul görmez. Keşke bunu
yapacağına, sanatsal değerlendirmelere ağırlık vererek en azından toplumun
“akl-ı selim” kabul ettiği insanların da kabul edebileceği orta yolu
bulabilseler.
Devrin modası bu oldu artık. Edebiyatta olsun, sanatın diğer
dallarında olsun, herkes her şeyi bildiğini iddia ederek ve sivri bir dille
oynayarak popülerliğin fırsatçılık girdabına düşmektedirler. “Resmi Tarih” ya
da “resmi ideoloji” karşıtlığı savıyla ortaya konanların birçoğunun aslında
sanatla ya da edebiyatla, tarihle ilgisi kurulamayacak zavallı şeyler
olduklarını görmek insanı gerçek manada üzmektedir. Daha, bilimsel bir yazıda
olması gerekenleri, üniversite öğrencilerinin bildiği en doğal yazı yazma
kurallarını dikkate almadan ortaya konan saçmalıkların, zaman ötesine geçmesi
beklenmiyor bile. Bu olsa olsa, bilime ve sanata yapılmış bir terörist
saldırısından öteye geçmeyecek dayanaksız sloganlar ve propagandalardır.
Ülkemizin bilimsel ve sanatsal gerçekliği de böylece bombalanıyor ve sabote
ediliyor.
Beş Hececilerin anlattığı Anadolu’yu yerle bir eden sözde
bir eleştirmen, öncelikle o güne kadar Türk Edebiyatında Anadolu’nun, hatta
İstanbul’un nasıl anlatıldığını bilmek zorundadır. Bunu bilmeden, Beş
Hececilere eleştiri getirmek bilimsellikten uzak olur. Halbuki “gerçeklik
duygusu”nu bugün uçakla ülkenin bir ucundan diğer ucuna bir buçuk saatte giden
insanlardan dinlemek pek inandırıcı olmuyor. Halbuki sadece “Han Duvarları”
şiirini ölçü alsanız, Faruk Nafiz’in iki gün trenle İstanbul’dan Ulukışla’ya
geldiğini, sonra buradan at arabasıyla (şiirde yaylı diyor) Kayseri’ye hareket
ettiğini, ancak bir günde Kayseri’ye ulaşamayıp İncesu’daki kervansarayda
konaklamak zorunda kaldığına tanık olursunuz. Bir gün daha yolculuğuna at
arabasıyla devam edecek olan şair nihayet Kayseri’ye gelir. İki gün trenle, iki
gün de at arabasıyla süren dört günlük bu serüven aslında “Han Duvarları”
şiirinin de hikayesini ortaya çıkarır. Burada gerçeklik duygusunu yitiren Faruk
Nafiz midir, yoksa sözde eleştirmen midir? İncesu’daki kervansarayın isli
duvarına şiirini yazan ve Faruk Nafiz’in “rastladım duvarda bir şair arkadaşa”
dediği Maraşlı Şeyhoğlu, gerçeklik
duygusu vermeyecek öyle mi? Bu hangi vicdana sığarsa sığdırın hadi.
Kalem erbabının ve eleştirmenliğin bu kadar zayıf düştüğü
bir dönemde insanlar “övgü ile sövgü” arasında iki aşırı uç seçiyorlar
kendilerine. Böyle olunca her şey romantik dönemlerde olduğu gibi iyiler ve
kötüler diye ayrıştırılıyor. Toplumsal kamplaşma körüklenirken, edebiyat ve sanat
kaygılarının yerini haliyle başka kaygılar alıyor. Bunda en önemli faktör,
siyasi irade oluyor. Yalnız benim yazarım okunsun, benim şairim dinlensin diyen
siyasiler, haliyle yalnızca da kendi partilerine oy beklemekteler. Aslında
“ötekileştirme” diye kamuoyunda yer bulan kavram, diğer bir anlamıyla “orta
yolu yitirme” ve objektif değerlerin dışına çıkmak olarak görülebilir. Bu
saplantılara düşen insanlar haliyle kaynak taramasına girişmiyorlar, çünkü
işlerine gelmiyor. Ne olduğu belli olmayan internet siteleri dahi kaynak oluyor
da bir alanda yazılmış, ansiklopedi maddeleri, kitaplar, bilimsel makaleler
nedense göz ardı ediliyor.
Ülkemiz ciddi bir taraftarlık hastalığına tutulmuştur.
Sanırım uzun zaman da bu hastalık devam edecektir. O yüzden herkesin kabul
edeceği, ortak değer yargıları oluşturmak neredeyse imkansızlaşmıştır. Sanat
adamlarının ve eleştirmenlerin önünde topluma mâl olma gibi bir seçenek
kalmamıştır. Kendi taraflarını ne kadar güçlü savunurlarsa o zaman “ulufe”yi
kazanacaklardır. Bu ulufe, sadece para değildir. Kitaplarınızın basılmasıdır,
belli dergilerde hak etmeden yer bulmaktır. Bilimsel içeriği olmayan ve edebi
niteliği bulunmayan yazılarınıza yer verilmesidir. Çünkü taraftarlar korosu,
siyasetçilerden geri kalmaya niyetli değildir. Bu durum, zaten yeterince
okuyucu bulamamaktan şikayet eden sanat çevrelerini daha da dar kalıplara
mahkum edecek ve okuyucuların büyük bir bölümü sanat ve sanatçılardan uzak
durmayı tercih edecektir. Öyleyse kimsenin okuyucudan ve sanatseverden şikayet
etmeye hakkı yoktur.
Yorumlar