Maarif / Seyyid Burhaneddin Muhakkik-i Tirmizî (devamı)


(Nefis ve Ruh)
Yüce Allah, bu âlemde birçok şeyler yaratmıştır, fakat insanî ruhtan daha yüce hiçbir şey yaratmamıştır. Sendeki bu hayvanî ruhu ve bu aşağılık nefsi ne kadar kahredersen, o yüce ruh, o kadar kuvvetlenir.
Biz insanlarda iki nefis vardır, birisi gece gibi karanlık bir nefis, diğeri ise güneş gibi aydınlık bir nefis. Eğer perhiz ve cila vurmakla bu nefsin isteklerini azaltırsan, nefis zayıflar; bu takdirde o yüce ruh meydana çıkar, gecenin yerine gündüzün gelmesi gibi olur.
Her nerede aşırılığa sapmadan, orta yol takip edilmiş bir iş varsa, orada hiçbir zarar ve ziyan yoktur. İnsaflı olmayı, insaflı davranabilen kimseye söylemek gerektir. İnsaflı davranamayan kimseye söylemek ise hikmete uygun değildir. Sende nefis yok olmadıkça, tasavvuf? bilgilerden söz edemezsin! Nitekim Kur'an-ı Kerim'deki:
"Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler" âyetinin gerçek anlamı işte budur. (Mâide 54)
Şiir:
"Sen, sende oldukça, varlığından geçmedikçe,
Kabe'de bile ibâdet etsen, meyhane kesilir,
Fakat varlığın senden uzaklaştı mı?
Put tapınağı bile, sana Beyt-i Mâmur olur"
Eğer suretten mânâ yönüne dönersen,
Dünyada iken seni Cennete iletirler" 96
Nitekim Kur'an Kerim'de: "Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenler yok mu, onları dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Eğer bilirlerse âhı-retin mükâfatı elbette daha büyüktür" buyrulmuştur. (Nahl 41)
Şiir:
Öndeki perde benim, kaldırıp varlığımdan geçtim mi,
O perdenin ardında ancak buluşup kavuşmak ışığı vardır. 97
Kaside :
Burçlardan, yıldızlardan geç, râzîlık makamına var da salın,
Orada sana ne ateş zahmet verir ne de zemherîr,
Gök kubbenin damına nasıl çıkılır deme?
Eğer varlığından geçebilirsen, çıkabilirsin"98
Şiir:
Ben ben oldukça, Senden nasıl söz edebilirim?
Fakat ben, Sen olursam, ya Sen söylersin, ya da ben 99
Devletin de Dinin de düzene girmesi için,
Akıl gözü ilk şarttır, sonu da yine o göz görür,
Hırsız evde .........
Yürü de gönül ve göz evini görüp gözetle!
Konuştuğun zaman yok oldun mu?
İşte o zaman söylediğin söz, Cebbar'ın sözü olur" 100
Bu varlıktan yok olmadıkça, onun varlığıyla var olamazsın, onunla dinlemezsin, Âb-ı Hayata dalamazsın, ebedî saltanatı bulamazsın, böyle olmadıkça hiç bir fayda elde edemezsin!
Âlim kimse, söylediği sözlerden aşağı mertebededir. Arif kimsenin mertebesi ise, söylediği sözlerin üstündedir. Çünkü Arif kimse, yüce Allah'ın ilminin mâdeni ve cevheridir.101
Şiir:
Onun sofrasının nimetlerini gönül dadısı yedi,
Gönül sanki, ilâhî sırrın defteri kesildi,
Sen var olasın, yüce Allah da var olsun,
Sakın böyle söyleme, aklını başına al!
Kendi varlığında kaldıkça, gerçek varlığa ulaşmak için sana yol vermezler,
Ama yok olup varlığından geçtin mi, gözden ve gönülden çıkarmazlar seni,
Hakîkî olarak kendi varlığından geçtin mi?
O zaman alnını, işaretleyerek, parmakla gösterirler seni" 102
Allah ile dostluk kazanmak, yükseldikçe parlayan bir nur gibidir. Ondan başkası ile dost olmak ise öldürücü bir zehirdir. Kendi keyfince, istediği şekilde yaşayan kimse, nasıl ölmesi gerekiyorsa öyle ölemez. Meselâ: Karasineği görmez misin, serserice boş yere uçup gider, nereye isterse oraya konar, kasabın etinin üstüne de konar, kasap bir iki kere onu etin üstünden kişeler, üçüncü defasında ise satırı indirip başını bedeninden ayırır. Karasinek yerde debelenirken kasap şöyle diyordu: "Sana her yere konma demedim mi?"
Fakat bal arısı böyle değildir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: "Rabbin bal arısına; dağlarda, ağaçlarda ve hazırlanmış kovanlarda yuva yap, sonra her çeşit bitkilerden ye! Sonra da bal yapman için, Rabbinin gösterdiği yollardan boyun eğerek yürü!" emriyle uçar, yine bu emirle oturup kalkar. Böylece her ne yerse: "Onun karnından renkleri çeşit çeşit bir içecek çıkar ki, onda insanlar için şifâ vardır. Düşünen bir millet İçin bunda ibretler vardır" fermanını yerine getirir. (Nahl 69)
O'nunla beraber olan kimse diridir, konuşan diri odur, mest olmuştur, ebedî hoş olacaktır. Hak'tan başkası ile diri olan kimse, binlerce akıla ve binlerce bilgiye sahip olsa bile, yine de sen onu bütünüyle yok say, ölü olarak bil! Çünkü varlığından geçmedikçe, O'nun varlığına bürünmedikçe, O'na kavuşamazsın! İşte bir gerçek olarak ortaya çıkmıştır ki, her varlığın gerçek canı Hak'tır. Candan öte ne varsa fânidir, yok olup gidecektir. Nitekim:
"Allah ile dost ol! Yani kendin ile uzlaş da, nefsinden eser bile kalmasın. Vücut yakınlığı ile uzlaşmaya çalışma, gönül yakınlığı ile uzlaşmaya gayret et te, cana yakın ol!" denilmiştir. 103
"Aşk yolunda can ver de, can alan kimseyi can olarak tanı!" 104
Rubâî:
Ben öyle bir topluluğa kul-köleyim ki kendilerini bilirler, Her nefeste gönüllerini yanlıştan kurtarırlar,
Herşeyi kendi zâtları ve sıfatlarıyla görürler de,
Kendi varlık levhlerinden "Enel-Hakk" sözünü duyarlar" 105
Rubâî:
Âlem bütünüyle O'nun sıfatlarına bağlıdır,
Halk kendi varlığında oldukça,ona mağlup olmuştur,
O'nun hayat penceresinden içeri girenler ise,
Sıfata bağlı kalmazlar, zâtında yok olup giderler" 106
Bütün eşyanın sonradan yaratıldığını bilen kimse, yaratanın varlığına ve ebediliğine ulaşır. Yüce Allah bir cemaati dünya için yarattı, dünyayı da onlar için halketti. Bir cemaati de âhıret için yarattı, âhıreti de onlar için halketti. Bir kısım halkı da kendisi için yarattı. Dünya halkı Bakkal Yusuf 'u (107) ve Hallac-ı Mansur'u (108) sevmezler.Bunlara ben, Râbia'yı Adeviyye'nin (109) bir sözünü nakletmek istiyorum.
Râbia'ya bir ilim adamı adına evlilik teklifinde bulunulmuş, o da:
"Onu istemem, çünkü o dünya ehlidir" demişti. Onlar:
"Ama onun hiç dünyalığı, malı-mülkü yoktur" demişler.Bunun üzerine Râbiay-ı Adeviyye:
"Peki ama, Allah şöyle buyurdu, Peygamber Aleyhis-Selam şöyle dedi gibi sözleride mi yoktur? demiştir.
Câhil olmak başka, kendini câhil bilmek başkadır. Fakat şeyhin huzurunda mutlaka ölü gibi olmak gerektir. Acaba bu insanlar ne ararlar da dâima "bana himmet et!" deyip dururlar. Fakat birine himmet ettik ve işe giriştik mi, kaçıp gider, bir başka şeyle oyalanırlar. Bir kimsenin bir hayal görmesi, adam olması, yahut ta kendisine adam denmesi için, kırk gün bir evde kapanıp çile çıkarması mı gerek.(Çile için bak.*)  Ama Muhammed Aleyhis-Selam'in dini ile (yani İslamiyetle) bunun ne ilgisi vardır? O el ile, başlangıcı ve sonu olmayan Allah'ın eteğine sarılmak lâzımdır ki, pisliklerden temizlenmiş olasın! Yahut ta kendi nefsine bakıp sonradan olduğunu, hiç yoktan yaratıldığını bilesin! Kendisinin fani olduğunu gören, yüce Allah'ın bütün sıfatlarını da görür, sonradan oluş fikrini kafasından çıkarır , evveli olmayan zâta varıp ulaşır. Bundan sonra ise yol ve yolculuk başlar. Şeyhler bu makama son makam derler. Bu makama ulaştıktan sonra ölmek, insan için ahmaklıktır. Allah'a ulaşan kimse artık niçin ölsün ki? işte burada o kimse ebedî hayatı görür. Halka öyle bir söz söylemek isterim ki halk, duyduğu bu sözleri anlayabilsin, hoşuna gitsin ve kabul eylesin!
Bir topluluk vardır ki onlar:
"Allah, falan kimseyi bu sırra mahrem (gizli sırlara ortak) etti de, beni niçin etmedi?" diye haset ederler. Ben ise, hiç haset etmem ve şöyle derim: O yüce makama ulaşan kimse de, benim gibi bir insandır. Acaba o kimse ne gibi sebeplere sarıldı da bu makama ulaştı. Ben de çalışır çabalar ve o sebeblere sarılır o makama ulaşırım, niçin haset edecekmişim?"
Bu söylediklerim nefsine düşkünlük, aşırı istek ve arzu da değildir. Hatta bu hareket gönüle, arzu ettiği şeyleri soğuk gösterir ki, bu soğuk havaya giren kimsenin gönlünde yüzbinlerce Huri bile bir pula değmez olur. Bu istek öyle bir dereceye kadar varır ki insan, makam ve mevkiden de geçer, bunların sevgisi ise kökünden sökülüp gider, o arzular da gönüle soğuk gelmeye başlar, şeyhlerin pek çoğu bu makama ulaşamamışlardır. İnsan bu makama ulaştı mı, ilâhî âlemde karşısına önce bir nur perdesi çıkar, bütün dilekleri dağıtıp kırar geçirir. O zaman insan, aşağıya doğru bakar ve herkesin makamını görür, onların kötülükleri de gözünün önüne gelir ve şöyle söylemeye başlar:
"Ey düğümleri çözmek arzusuna düşüpte ölen kimse,
Ey Vuslatta doğup, ayrılıkta can veren kimse!" 110
Yani halkın övündüğü şu bilgilerle, şu düşüncelerle, çile çıkarmakla meşgul olan insanlar, maksatlarından daha da fazla uzaklaşmaktadırlar. Bu bilgiler müşkilleri çözemez, bunlarla oyalanmak, maksattan uzak kalmak ve kendinden uzaklaşmaktır. İnsan, ilk merhalede maksadın başındadır, bu bilgilerle ne kadar oyalanırsa, bu düşüncelere ne kadar dalarsa, bu çilelere ne kadar katlanırsa, maksattan o kadar uzaklaşmış olur. Onun katında avamın da bir diğeri yoktur, çünkü avamdan maksat, halktan ilim tahsil etmemiş câhil kimseler değildir, bilakis ilim tahsil etmekle beraber kendilerinde manevî körlük olan kimselerdir. Hulasa: Kişi ilim yönünden ne kadar ilerlerse, kendi özünden o kadar uzaklaşır, maksada ulaşmak ve kavuşmaktan o kadar uzak kalır, bilgilerle ve içtihadlarla meşgul olduğu müddetçe, kendiliğinden yolculuğa çıkmış ve uzaklaşmış olur. Ama mânevi gözleri açık olan ve kendisinde körlük bulunmayan kimse avamdan sayılmaz.

(Zikir)
Zikri, göbekten yukarıya doğru; içten ve can-ı gönülden yap! Biz kime yönetirsek, o kimse bütün dünyadan yüz çevirir. Meğer ki biz ona yüz çevirmiş olmayalım, bunun alâmet ve işareti, dünyadan uzaklaşmaktır. Bizim içimizde bir inci vardır, o inciyi kimin yüzüne tutarsak, onun işi bitmiştir, artık o bütün sevgililere, bütün dostlara yabancı kesilir. 111
Burada ince bir sır daha vardır şöyle ki:
Ulu Mevlânâ (Sultânü'l-Ulemâ Bahâeddin Veled) oturuyordu. Hâcegî-i Cehvâreger: "Namaz vakti geldi" dedi. Biz hemen kalkıp namaz kıldık. Ondan sonra Hâcegî-i Cehvâreger der ki:
"Namaz bittikten sonra gördük ki namaz kılanlar, kıbleden yüz çevirmişler, kıbleyi arkalarına almışlardır" 112
Sen diyorsun ki ben Hakka ulaşmışım, Muhammed'le benim işim yoktur. Bu nasıl olur? Hak, Muhammed'den müstağnî değildir ki, her zaman onun şanını yüceltip duruyor. Allah her lutfu ona vermiş, herkesi ona tabî kılmıştır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: "Eğer dileseydik her şehre bir peygamber gönderdik" (Fûrkan 51) âyetini okumadın mı? Şimdi biraz düşün, Muhammed Aleyhis-Selam hiç bir zaman"Dileseydik şöyle yapardık" dedi mi, kendisi için hiç bir şey istedi mi? Hani birisi sevgilisinin önünde inciyi dövüp un hâline getirmiş te, sevgilisi ona: "Niçin böyle yaptın?" diye sormuş. O da: "Sana, niçin böyle yaptın dedirtmek için yaptım" demiştir. Bunun üzerine sevgilisi:
"Demekki senin yanında bu derece bir değerim var, öyle ise sen de, benim katımda böyle bir değere sahipsin" dedi.
"Bir topluluğa Karga Kılavuz olursa,113 ben ona ne yapayım; kibirle, benlikle dopdolu bir kılavuz, benliğinden hiç geçmiyor. Maneviyat elbisesini Muhammed Aleyhis-Selam gibi elime aldım, sana İlâhî Elbiseyi getirdim" diyerek yanına vardım, istemem diyerek iki elime birden vurdu ve beni uzaklaştırdı. Sen istemezsen isteme, ben bunu huy edinmişim, bu acıyı çekmek benim âdetimdir, yine de sana zarar verecek olan ateşe gider, söndürmek için üflerim.
"İslam'da ruhbanlar gibi yalnız kalmak, dağda mağarada kalmak ve bekar yaşamak yoktur"114 İnsan, halkla ne kadar kaynaşır ve ne kadar uzlaşırsa, o kadar Hakka yaklaşır. Senin dostun Hakktır, bu konuda şüpheye düşme, kötü düşüncelere dalma, çünkü dostlardan olgunluk gördün ve o güzelliği seyrettin. Bundan böyle sana her ne gelirse bilmiş ol ki, yol kesendir, ister nefis tarafından gelsin, isterse şeytan tarafından.
Şiir:
"Hakk'tan başka gördüğün her şey puttur, yok et gitsin onları!"115
"Gönlüm, Rabbimin ilhamı ile bana haber verdi"116 sözü, hoş bir medresedir. Ey güzel! Görmediğin bir kimseyi nasıl döveceksin, görmediğin bir kimseye nasıl vuracaksın!
Mutasavvıflar: "Vur-kır geç gitsin!" demişlerdir. Varını, yoğunu vur-kır da, yitip gidene katıl, yok ol! Yok ol da, ortadan kaybol, yeni bir yol bul! Burası, varını, yoğunu kaybedip hiç bir şeyi kalmayanların medresesidir. Nitekim: "Ne olurdu, Muhammed'in anası, Muhammedi doğurmasaydı" sözü 117 şu anlama gelmektedir: "Bu söz; varlığının yok olmasını istemektir. Bu söz; tamamen yokluktur, yoklukta varlıktır. Yine bu söz: "Allah ile benim aramda öyle bir vakit vardır ki, o vakitte aramıza, ne Allah'a en yakın bir melek, ne de Şeriat sahibi bir Peygamber girebilir"118 hadisinin mânâsıdır. Yani ben bile bu varlığımla sığmam, başkasının sığması, girmesi mümkün müdür?" demektir.
Sevgili mutlak Kemaldir, bizim medresemizde ise, şu etten yapılmış dört duvarın içidir. Bu medresenin müderrisi pek büyüktür, kim olduğunu söyleyemem, talebesi ise gönüldür, "Gönlüm, Rabbimin ilhamı ile bana haber verdi" Kâbesi öyle bir Kâbedir ki, Hakk orayı her zaman görüp gözetmektedir. Ne mutlu o kimseye ki gözü uyur da gönlü uyumaz. Yazıklar olsun o kimseye ki, gözü uyumaz da gönlü uyur.
Değirmenin alt taşını daha pahalıya satın alırlar, o taşa daha fazla para verirler, çünkü o daha fazla yük çekmektedir. Nitekim Peygamber Aleyhis-Selam, Rabbisine niyazda bulunurken: "Ey Rabblm! Bana ağlayan iki göz ver ki, akan gözyaşları kan hâline ve dişler ateş koruna dönüşmeden önce, Senin azabına karşı gönüle şefaatçi olsunlar!" diye dua etmiştir.119
Rubâî :
Gönül sana, cân-ı gönülden hamd etmektedir,
Her iki âlemde de, kendinden geçmiş olarak seni övmektedir,
Eğer sana teşekkür etmeyi dil ile başaramaz ise,
Vücudumdaki kıllar, teker teker yüzlerce dil ile sana teşekkür etmektedir"120

(Tevbe)
Peygamber Aleyhis-Selam, şöyle buyurmuştur: "Bir kimse bir günah işlerde, hemen akabinde: "Ey Rabbim! Ben bir günah işledim, kötülükte bulundum, Sen benim günahımı bağışla!" diye duâ ve niyazda bulunursa, yüce Allah:
"Kulum bir günah işledi, bu günahı bağışlayacak veya bu günah sebebiyle cezalandıracak bir Rabbi olduğunu da bildi. Böyle olunca kulumu bağışladım" buyurur.121 Nitekim Kur'an-ı Kerim'de:
"Bu, öğüt almak isteyenler için güzel bir öğüttür" buyrulmuştur.(Hud 114) Yani günah işleyen kimselerin ümit kesmemelerini, tevbe edenlerin tevbelerinin kabul edileceğini bildiren bir müjdedir. Nitekim Peygamber Aleyhis-Selam:
"Her kim, can boğaza gelmeden önce tevbe ederse, Allah onun tevbesini kabul eder"buyurmuştur.122
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Âdemoğluna yazıklar olsun! Günah işler, bağışlanması için tevbe eder, ben de bağışlarım. Sonra yine günah işler, bağışlanması için tevbe eder, ben de bağışlarım. Derken yine günah İşlemekten vazgeçmez, fakat rahmetimden de ümidini kesmez. Ey Meleklerim! Şâhid olun ki ben onu bağışladım"123
Hz.Âişe'den rivayet edilen bir hadîs-i şerifte, Peygamber Aleyhis-Selam: "Günah üç kısımdır. Bazı günahlar vardır ki Allah o günahları bağışlar. Bazı günahlar da vardır ki bağışlanmaz. Bazı günahlar' da vardır ki hiç bir şeyini bırakmaz. Allah'ın bağışladığı günah, kulun kendi nefsine ettiği zulümdür ki Allah ile kendisi arasında olmuştur.Allah'ın bağışlamadığı günah ise, Allah'a ortak koşmaktır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de:"Bilmiş olunuz ki, her kim Allah'a ortak koşarsa, şüphesiz Allah ona cenneti haram kılar"buyrulmuştur. (Mâide 72) Hiçbir şeyi bırakılmayan günah ise, kulların birbirlerine karşı işledikleri günahlar (Kul hakları)dır" buyurmuştur. 124,

Şiir:
Gönülden bilgi arayan kimseye ağla,
Candan akıl arayan kimseye ise gül,
Sen bir cevhersin, iki âlem sana nisbetle arazdır,
Arazdan cevher arayan kişinin yaptığı iş hoşa gitmez"125

Gönül, Kur'anın harfleriyle iyi bir hâle gelmez,
Çünkü "bücü bücü" demekle keçi semirmez"126

Hakîm'in biri şöyle demiştir:
"Namuslu kimselere iftirada bulunmak, göklerden daha ağır bir günahtır. Hak (gerçek) ise, bütün yeryüzünden daha geniştir. Kanaat eden gönül ise, denizden daha zengindir. İnsandaki hırs ise, ateşten daha yakıcıdır. İhtiyacını gidermeyen yakın akrabaya istekte bulunmak, zemheri'den daha soğuktur. Kâfirin kalbi taştan daha katı; dedi-koducu kimsenin yapmış olduğu dedi-kodunun asılsızlığı meydana çıktığında, o kimse yetimden daha zayıf ve daha zelildir"127
Ka'bül-Ahbar şöyle demiştir:128
"Tevratta Allah'ın ilk emri şöyledir: "Ben Allah'ım, Benden başka ilah yoktur! Dünya'da her şeye ve her yaratılmışa rahmet eden, âhırette ise sâdece müminlere merhamet edecek olan benim. Her kim hükmüme razı olmaz, verdiğim belaya sabretmez ise, onu düşmanlarımla beraber hasrederim"129
"Haya duygusu olmayan kimsenin bu hastalığının tedavisi yoktur, sözünde durmayan kimsenin ise hayası yoktur"130

(Zikir)
"Zikir iki kısımdır. Dil ile zikir, gönül ile zikir. Dil ile zikir, kişiyi gönül ile zikre ulaştırır.131 Zikir, korkunun üstünlüğü ve sevginin şiddetiyle gaflet meydanından, ucu bucağı bulunmayan müşahede fezasına çıkmaktır" diye tarif edilmiştir.132 Nitekim Peygamber Aleyhis-Selam:
"Hiç bir gönülden rahmet ve merhameti kaldırmazlar ki, o gönüle bahtı karalık mührünü vurmuş olmasınlar" buyurmuştur.133
"İyi ahlaklı fakir, iyi ahlaklı zenginden tam bin derece daha üstündür, Çünkü zengin kimse ölürken, keşke fakir olarak yaşasaydım, diye temennide bulunur. Fakat fakir kimse ölürken keşke zengin olarak yaşasaydım, diye bir temenni de bulunmaz"134
Hadîs-i şerifte: "Ölümün şiddeti ve musibeti, mümin kimseye üçyüz kere kılıçla vurulup yaralanmak kadar ağırdır" buyrulmuştur.135

(Hacet Duası)
Kabul edilen hacet duası şudur: "Ezelî ve ebedî olan yüce Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim. Cömert olan ve cimri olmayan yüce Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim. Merhametli olan, acele etmeyen, hilim sahibini tenzih ederim. Her şeyi bilen, cehil sıfatı ile muttasıf olmayan yüce Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim. "Bundan önce ve bundan sonra da emir ve ferman Allah'ındır. O gün müminler Allah'ın yardımıyla sevineceklerdir" (Rum Sûresi 4-5)
Hz.Âişe Validemiz, Peygamber Aleyhis-Selam'm vefatından sonra şöyle diyordu:
"Ey yatakta yatmayan ve arpa ekmeğiyle bile karnını tam olarak doyurmayan Muhammedi"136 Ama bu durum, gücünün yetmediğinden bulamadığından değildi, çünkü iki âlemdekiler ne buldularsa, onun yüzü suyu hürmetine bulmuşlardır.
"Hür o kimsedir ki, kimsenin kendisini incitmesine aldırış etmez ve kimseyi de incitmez. Cömert o kimsedir ki incitmesi gereken kimseyi bile incitmez."
Peygamber Aleyhis-Selam şöyle buyurmuştur:
"Her kim yatağına uzandığı zaman üç kere: "Hayy ve Kayyum olan Allah'ın günahlarımı bağışlamasını diler ve ona tevbe ederim" diye duâ ve niyazda bulunursa, o kimsenin günahları denizlerin köpüğü kadar veya çöldeki kumların sayısınca, yahut ta ağaçların yaprakları kadar bile olsa, yine Allah bağışlar"137

(Âb-ı Hayat)
Bir kimse; başı dönmüş sersericesine gezip dolaşan birine: "Burada ne dolaşıyorsun? Ne arıyorsun?" diye sormuş.Adamcağız:
"Âb-ı Hayat = Hayat Suyunu arıyorum" diye cevap vermiştir. Soran kimse bu kez:
"Bütün bu dolaşmalar, Âb-ı Hayat aramak için midir?" diye tekrar sorunca, adamcağız:
"Değmez mi ki?" demiştir. Bunun üzerine soran kimse:
"Değmesi gerek" deyince, adamcağız:
"Peki ama senin Âb-ı Hayat aramaktaki bu tenbelliğinden, "aramaya değmez" anlamı çıkmıyor mu?" diye cevap vermiştir.
Yüce Allah bir kulunu, kendisine kavuşturmak için yaratacak olursa; onu, yaratmış olduğu kulları arasından seçip ayırır ve onu üstün kılar.
"Kavuşmak, buluşmak nedir?"
"Yok olmak, varlığından bir şey kalmamak, Allah'ın varlığı İle var olmak" demektir. Sen arada kalmadın mı, Allah'ın lutfuna kavuşursun, fakat arada kalmış isen, yok olmamışsın, demektir.

Beyit :
"Önde birazcık dar bir yol vardır,
Bu yol, nefsin kapısından gönüle gider"138

(Namaz)
Ulu Mevlânâ (Sultânü'l-Ulemâ Muhammed Bahâeddin) buyurmuştur ki: "Kur'an-ı Kerim'i baştan sona kadar inceleyip taradım, her âyetin ve her kıssanın mânâsı ve özeti olarak şunu buldum: "Ey Kulum! Benden başkasından ilgi ve alakanı kes! Başkasından bulacağın ve elde edeceğin her şeyi -halka minnet etmeksizin- benden bulursun. Fakat benden bulacağın ve elde edeceğin şeyleri, hiç kimseden bulamaz ve elde edemezsin. Ey bana yapışıp sığman kimse! Bana daha fazla sarıl ve daha fazla yapış!"
Namaz kılmak, Allah ile buluşmaktır. Zekat vermek Allah ile buluşmak, Oruç tutmak Allah ile buluşmaktır. Bu çeşit buluşup kavuşmalar, her buluşup kavuşmadan daha tatlıdır. Hani sevgilinin yanında oturursun, bunun bir lezzeti vardır, başını onun kucağına koyarsın, bunun da bir lezzeti vardır, fakat Allah'a kavuşmanın lezzeti ve muhabbeti hepsinden üstündür. Kur'an-ı Kerim'i ister başından oku, istersen sonundan oku, mânâsı şudur: "Ey benden ayrılmış olan kimse, bana dön!" Nitekim bir Hadîs-i Şerifte: "Diriden ayrılan ölüdür" buyrulmuştur.139
"Değil mi ki canı, cânân vermiştir, senin gönlüne huzur veren bir kalp, bir gönül bağışlamıştır, ruhuna bir ruh ihsan eylemiştir. Peki onu unutup, boş şeylerden vefa ummak, ömrünü yele vermekten utanmaz mısın?"
Beyit:
"Ey gönül! Onun bizimle buluşmaya isteği yok,
Ve o zâlimin merhamet etme âdeti de yok,
Dert bu ki, şu kıymetli ömrümü yele verdim,
İnancı olmayan birisiyle geçirdim gitti"140

Şimdi sen, Yüce Allah'ın bağışlamasını ümit ederek otur, çünkü O: "Allah'tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır? O halde O'nunla yapmış olduğunuz bu alış-verişten dolayı sevinin. İşte bu gerçekten büyük bir kurtuluştur" buyurmaktadır. (Tevbe 111)
Peygamber Aleyhis-Selam ise: "Dul ve yetimlerin ihtiyaçlarını gidermek, bana göre otuzbin rek'at nafile namaz kılmaktan daha iyidir. Aile fertlerinin yanında bir saat kadar oturmak bana göre şu mescidimde nafile namaz kılmaktan daha iyidir. Ana-babaya iyilik etmek ise, bana göre yıllarca nafile ibâdet etmekten daha iyidir" buyurmuştur.141
Ulu Mevlânâ (Sultânü'l-Ulemâ Bahâeddin Veled) demiştir ki: "Nerede bir dost nerede bir sevgili varsa, orada incinmek, dert ve mihnet te vardır. Nerede bir yabancı var ise, orada tek oluş ve yalnız kalış vardır. Yabancı kapıdan girdi, dudaklarım açıldı, gülmeye koyuldum, derken bir tanıdık geldi, o gülüş geçip gitti. Ulu Mevlânâ sözüne devamla der ki, bunun sebebi şudur: "Tanıdık kimsenin senden umdukları ve bekledikleri şeyler vardır, ona ne kadar vefa gösterirsen göster az görür ve ona razı olmaz. "Ben, senden bu kadar mı umuyordum, daha fazlasını bekliyordum" der. Ama yabancının senden bir ümidi ve bir beklentisi yoktur, az bir hürmet görse sevinir, onun sevinci iyilik eden kimseye de yansır. Nitekim öbürünün teşekkür etmeyişi, iyilik eden kimseye olumsuz yansıdığı gibi, belki de Peygamber Aleyhis-Selam'ın:"Yabancılarla otur-kalk ta, güzel bir ahlaka sahip ol!" diye tavsiyede bulunmasının sebeb-i hikmeti budur.142 Yani onların güzel huyları sana tesir eder, böylece tazelenip yeşerirsin, seni hangi tarafa eğseler eğilirsin, seni örüp zenbil yapsalar örülürsün, kuru ağaç gibi kırılmazsın, demek istemiştir.

(Nefis)
Her şeyden kaçmak kolay, fakat kendi nefsinden kaçmak pek zordur, felaketlerin kaynağı nefsindir, nefis yok olmadıkça, varlığını ve nefsini öl-dürmedikçe kendini belalardan kurtaramazsın, ölmeden önce öl! Nefsini "Muradını Alamamışlar" mezarlığına göm de hoş ol, rahata kavuş!

(Ledün İlmi)
Kanâat bir bağdır, hırs ayağını onunla bağla! Şu beden mezara girmeden, nefsin şerrinden emin olma! Akıllı kimse, heva ve hevesten emin olamaz. İnsanın şu kötü nefsi var ya, hani ona beden diyorlar, bu dünyanın canı ve aklı adını takıyorlar, bu dünyanın işlerine o kadar aklı-fikri yeter ki, oniki ilmi de en ince noktasına kadar öğrenir. On iki ilmi,143 ne Kur'an ehli, ne Allah ehli, ne de Allah nuru kendisinde bulunan kimse, kendi kâbiliyyeti ile elde edemez. İnsanları yüce Hakka götüren yol olan "Ledün İlmini"144 de, arif kimselerden duymak ve bu ilimlere dâir yazılmış kitapları okumak suretiyle sahip olunur. Böyle bir kimseye âlim de denilir, ama kendisine hiç bir faydası yoktur. Çünkü o, perde arkasında kalmıştır, Hakka ulaşamaz, arif olamaz. Arif ona derler ki, onun canı, Rabbine mensup bir sırdır, bu sır onda kendiliğinden meydana gelmiştir, Allah vergisidir, Vehbî bir ilimdir. Arif kimse, Allah ilminin kaynağıdır, yüce Allah'ın sevgilisidir. Âb-ı Hayât'a gark olup gitmiştir.

(Mürşid ve Irşad)
Birisi şöyle demiştir: "İnsan, kendi elinin emeğiyle, kendi gücüyle bir iş başarmalıdır, başkasının emeği ve zahmetiyle başarılan işten kendisine ne fayda gelir? Mürşid olan kimsenin de bu tarzda irşadda bulunması gerektir. Ben derim ki: "Evet, mürşidlik görevi, her kötünün ve her kötülük elinden gelen kişinin yapacağı bir iş değildir. Mürşid olan kimseye öyle bir can gerektir ki, kendinden ve kendi işini yapmaktan da vazgeçmiş olsun! İrşad etmek, halkı Allah yoluna götürmek; Peygamberlerin, özellikle Muhammed Aleyhis-Selâm'ın sünnetidir. Çünkü irşad, olanca gücüyle kendisini Rabbe veren kişilerin işidir"
Bazı canlar vardır ki, nur ile dopdolu olan oluk gibidir. Bu oluktan geçen her söz nurlanır ve tertemiz olarak akıp gider. Bazı canlar ise, kirli oluk gibidir, bu oluktan akan her şey kirlenir ziyan olup gider. Bu kimseler ise, gelmişler de şu dervişlere katılmışlar. Fakat erenler hakkıçün erenlerin büyüklerinden olanŞerîf-i Pây-Suhte145 hakıçün şunu söylerim ki, bunlar dilencilik yapmaktadırlar.

(et-Tehıyyâtü Lillâhi)
Hamd ü sena, gerçek mülk ve saltanat Allah'a mahsustur. Hasan-ı Basrî146 demiştir ki: "Câhiliyye Devri'nde bir çok put vardı. Puta tapanlar bunlara hitaben: "Sonsuz hayat sizin için olsun!" derlerdi. Bu yersiz temenniye karşı yüce Allah:
"Sonsuz hayat, ebedî mülk ve saltanat ancak Allah'a mahsustur, ona hamdü sena ediniz! Beş vakit namaz dahi ancak Allah için kılınır, O'na duâ ve niyazda bulununuz! Allah'tan başka ibâdete lâyık kimse yoktur, birlik ancak onun sıfatıdır" buyurmuştur.
Ondan sonra kul:
"Ey Peygamber! Salât ü selam sana olsun, çünkü sen ümmetine öğüt verip doğru yolu gösterdin, Allah'ın rahmet ve merhameti, hoşnutluğu ve bereketi senin üzerine ve "Ehl-i Beyt" in üzerine olsun! Dünya ve âhırette selamet kalmak, yani Allah'ın bağışlaması, kıyamete kadar bize ve bizden önce gelip geçen Peygamberlerin üzerine olsun!" der.
Sağa-sola selam verirken ise: "Ey Mümin Kardeşlerim! Sizler benim kötülüklerimden, nankörlüklerimden emniyettesiniz, benden sizlere hiç bir zarar gelmez!" diyerek duasını tamamlar.147
Beyit:
"Seven kişi nasıl olur da uyur, şaşarım buna, Zira seven kişiye her çeşit uyku haramdır"148
Ah ediyorum, bir nefeste sevgin çıkıp gidecek diye korkuyorum. Her kim bir şeye kul-köle olmuşsa, kul olduğuna dâîr ona yazılı bir belge vermiş demektir. O şey de, onun sahibi kesilmiştir. Artık onun tahakkümü altında kalır, hâkim durumunda olan şey, ister kadın olsun, isterse köpek, istersen ona nefis de diyebilirsin! Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "Onun hâkimiyyeti, ancak onu dost edinenlere ve Allah'a ortak koşanlaradır" buyrulmuştur.(Nahl 100)

(Kulluk)
Allah'a kul ol, O'na tevekkül et! Çünkü gerçek kişiliğin O'nun bağından kurtulamaz. Her kim kendi arzularına kapılmış, nefsinin isteklerini yerine getiriyorsa, yaptığı işler küle benzer, bir gün savrulup gider. Eğer sen, herkesin elde ettiği şeyi elde etmeye çalışıyorsan, eğer o şeye el atan kimse inkarcı ise, ona benziyorsun demektir, halbuki inkarcı teslim olmamıştır, Allah'ın kaza ve kaderi ile savaşa girişmiştir, böyle kişi Şeytanın maskarasıdır, kötü talih onu azdırmağa yol bulmuştur. O kimse, âlemlerin Rabbi olan Allah'a inanmıştır veya inanmamıştır. Eğer inanmıyorsa, O'nun İlah olduğunu bilmiyorsa, kimse ile savaşı yoktur, ancak kendisi ile savaşmaktadır. Eğer inanıyorsa, inkarın sonunun nereye varacağını bilir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: "Bırak onları, yesinler-eğlensinler ve boş emel onları oyalayadursun, kötü sonucu yakında görüp anlayacaklardır" buyrulmuştur. (Hicr 3)
Bir güzeli seviyorum dersin ve bunu iddia edersin, bazan da işler istediğin gibi gitmez, muradına eremezsin, fakat yine de onun sevdasından vazgeçemezsin! Çünkü aslı olmayan bir sevda (aşk) olduğu halde, maşuka kavuşmaya ümit beslediğin için, yine de kalkanını elinden bırakmayıp mücâdele eder durursun!
İşte bizim yanımızda gerçek aşk var, hal böyle iken, muradına eremeyince, ne diye mücadele kalkanını elinden bırakırsın? Anlaşıldı ki bu, senin talihsizliğindendir. Kaç kere bir hayâle (aslı olmayan bir sevgiliye) âşık oldun, sonra da bunun bir hayal olduğunu anladın! Ama gerçekler, hayalden de aşağı değildir. Sana göre gerçek olmasa bile, kapısında bekleyen binlerce dostların dertlerini, kıssalarını Kur'andan hiç dinlemedin mi? Nitekim: "İnsanlardan bazısı Allah'tan başkasını Allah'a ortak koşarlar da onları, Allah'ı sever gibi severler. İman edenler ise, daha çok Allah'ı severler" buyrulmuştur. (Bakara 165)
Dostluğun ilk şartı, kendi istek ve arzularını (şahsî çıkarlarını) bir yana bırakmaktır. Çünkü bir kimse sevgilinin güzelliğinin hayâline dalarsa, muradına erişemez. Zira seni, yüce Allah'ın dostluğuna ulaşmaktan, bu yolda çalışıp çabalamaktan alıkoyan her şey, bozuk bir düşünceden ibarettir ki, vücutta çıkan çıbana benzer, yumuşayıp olgun/aşmadıkça tedavisi mümkün değildir.
Kur'an okumakla meşgul ol! Yüce Allah'ın sözlerini dilinden düşürme, Allah'ın rahmetinden ümidini de kesme! Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: "Allah'ın rahmetinden, sapıklardan başkası ümidini kesmez"buyrulmuştur. (Hıcr 56)
İnsan mutlaka bir işle meşgul olmalıdır, eğer bir şeyle meşgul değilse, ölmüş demektir. Eğer görünen bir dert ile veya görünen bir dünyalık ile meşgul olmuyorsa; mutlaka görünmeyen bir dert ile veya görünmeyen bir âlem (âhıret âlemi) ile meşgul oluyor demektir. Ama şu iki âlemden (dünya ve âhıret âleminden) de vazgeçtin mi, eğer gönül gözün açık ise, gördüğün şeylerden koku alırsın ve bir şeyler görmeye başlarsın ki, gördüğün şeyler hep gerçek olur. Çünkü her şey ya gerçektir veya hayaldir, hayalden kurtuldun mu, Hakka ulaşırsın.
İnsanlar üç kısma ayrılmıştır. Cennetlikler, Cehennemlikler ve bir de Arasatta kalanlar. Allah daha iyisini bilir.
 
Dipnotlar:




1— Buhari Tevhid 15; Tirmizi Duâ 131; Maârifin metninde bu hadîs-i şerif biraz daha muhtasar olarak geçmektedir

2— Bu kıssayı Mevlânâ Celâleddin Rûmî Mesnevî'nin birinci cildinde manzum olarak anlatmıştır.
3— Hz.İsa'nın öfke konusundaki bu sözleri, Mevlânâ'nın Mesnevisinin üçüncü cildinde aynen geçmektedir.
4— Sünenü'l-Evzâî s.681 Hadis 2199; Ihyâül-Ulûm 4/126; Câmiu's-Sağîr 1/52, 2/14; Künûzü'l-Hakâyık s.17; Keşfü'l-Hafâ 1/186 H.495.Hadis Mürseldir. Bu hadisi Beyhakî, Bezzar ve Deylemî de rivayet etmiştir. Hadis-i Şerifteki "Bülh" kelimesini şöyle yorumlayanlar olmuştur : "İyilik yapmayı âdet edinen, kötülük yapmayı ise bilmeyenlerdir" (S.Evzâf s.681).
5— Bu söz, Peygamber Aleyhis-Selam'ın : "Her kim bir kadını bir erkeğe tavsif eder, o erkekte bu kadının fitnesine uğrar ve onunla ilişki kurarsa, o tavsif eden kimse, Allah'ın gazabına uğramadan dünyadan gitmez..." hadis-i şerifine telmihtir. (Kitâbü'l-Vesâil 3/1297).
6— Bu şiir, Hâkânf'nin kasîdelerindendir. Bak.Divân-ı Hâkânî, Tahran 1338 sayfa 5. Şiirde geçen "Cemşid" ise ef sânevi bir kahramanın adıdır.
7— Zaloğlu Rüstem, Pehlüvanlıkta meşhur olmuş efsânevî bir kahramandır.
8— Kur'an-ı Kerim'de Hz. İsa'nın Tıbbî Mucizelerinden bahsedilirken Hz. İsa'nın kendi ifadesiyle: "Size Rabbiniz tarafından bir elçi olarak gönderildim. Size çamurdan bir kuş sureti yapar ona üflerim, Allah'ın izni ile o, hemen kuş oluverir. Yine Allah'ın izni ile anadan doğma gözü kör olan kimseyi ve alaca tenli hastayı tedavi edip iyileştirir, ölüleri de diriltirim. Ayrıca evlerinizde ne yeyip ne biriktirdiğinizi de size haber veririm. Eğer iman ederseniz sizin için bunda bir ibret vardır" buyurmaktadır. (Âl-i İmran 49) İşte Seyyid Burhaneddin Hz.leri, bu âyet-i Kerime'ye işaretle Hz. İsa'yı gerçek bir hekim ve manevî bir tabip olarak göstermektedir.
9— Bu şiir, Hakîm Senâî'nin Kasîdelerindendir. Bak. Dîvan-ı Hakîm Senâî, Tahran 1320, sayfa 192.
10— Bu hadis-i şerif, Buhârî Savm 2/245, Nikah 6/152; Müsned 6/268 de rivayet edilmiştir.
11— Bu şiir, Hakim Senâî'nin Divan'ından iktibas edilmiştir.
12— Seyyid Burhaneddin Hz.lerinin bu sözlerinde "Vahdet-i Vücud" nazariyyesine telmih ve işaret vardır.
13— Bu şiir, Ferîdüddin Attâr'ın Muhtâr-Nâme isimli eserinden iktibas edilmiştir.
14— Bu rubainin kime ait olduğu tesbit edilememiştir
15— Bu Kudsi hadisi Şerif için bak. Şerhu't-Taaruf 2/46; el-Lü'lüü'l-Mersû sayfa 66; Keşfü'l-Hafâ 2/214 Hadis 2123; Ehâdisü'l-Mesnevi sayfa 172. Muhaddisler bu hadis-i şerifi bu lâfızla sahih olarak görmeseler bile, Deylemi'nin İbni Abbas (r.a.)'tan rivayet ettiği: "Cebrail bana geldi de, ey Muhammedi Sen olmasaydın Cennet ve Cehennem yaratılmazdı " hadisinin sahih olduğunu kabul etmişlerdir. (Aliyyü'l-Kârî, M. Kebir, İstanbul 1289 s. 67-68)
16— Bu şiirin kime ajt olduğunu tesbit edemedik.
17— Bu Kudsî Hadîs-i Şerif için bak. Buhâri Savm 2, Tevhid 35, Libas 78; Müslim Sıyâm Hadis 164, 165; Nesâî Siyam 41, 42; Ibni Mâce Edeb 58.
18— Câfer-i Sâdık, Hz. Ali'nin oğlu Hz. Hüseyn'in oğlu Zeynel Âbidîn'in oğlu Muhammed Bakır'ın oğludur. Yani Hz. Ali'nin beşinci göbek torunudur. Annesi ise, Hz.Ebû Bekir'in oğlu Muhammed'in oğlu Kasım'ın kızı olup adı Ümmü Ferve'dir. Câfer-i Sâdık Hz.leri 83 Hicri yılında Medîne-i Münevvere'de doğmuştur. Babası Muhammed Bakır Hz.lerinin en büyük oğludur. Babasından ilim tahsil etmiş ve zamanın büyük âlimlerinden olmuştur. İmam Azam Ebu Hanîfe Hz.leri dahi Câfer-i Sâdık'tan dersler almıştır. Emevîlerin yıkılmasından sonra kendisine yapılan Halifelik tekliflerini de kabul etmeyen Câfer-i Sâdık Hz.leri 148 Hicrî tarihinde 65 yaşında olduğu halde vefat etmiş ve Medine'ye defnedilmiştir.
19—Gazneli Hakim Senâî diye meşhur olup 473 Hicrî yılı civarında Gazne'de doğmuştur. Muntazam ve ciddi bir tahsil görmüştür. Gençliğinde Belh, Serahs, Nişabur, Merv ve Horasan gibi ilim merkezlerini dolaşmıştır. Senâî amelen Hanefî, itikaden ise "Ehl-i Sünnet Ve'l-Cemâat" mezhebinde idi.
Hakim Senâî coşkun bir aşk ve tasavvuf şâiridir. Onun onbeşbine yaklaşan Divânı ile onbin beyit civarındaki "Hadîgatü'l- Hagîga ve Tarîgatü'ş-Şerîa" isimli eserleri, tasavvuf! ve ahlâkî birer eser olup, tasavvuf konusunda yazılmış olan mesnevilerin ilki sayılabilir. Hakim Senâî: Attar, Sadî, Hafız Şirâzî, Mevlânâ ve Seyyid Burhâneddin Tirmizî gibi, kendisinden sonra gelen şâir ve ilim adamlarına büyük etki yapmıştır. Hatta Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî:
"Attar Ruh idi, Senâî onun iki gözü, biz Senâî ile Attar'ın arkasından geldik" demiştir.
20 — Ebu Saîdi'l-Kuraşî, sûfilerin büyüklerindendir. Kuşeyrî ve Sühreverdî gibi mutasavvıflar, eserlerinde Ebû Saîd el-Kuraşî'den nakiller yapmışlardır. Bazı tasavvufî sözleri için Hılyetü'l-Evliyâ, Risâle-i Kuşeyrî ve Avârifü'l-Maârif gibi meşhur eserlere bakınız!
21— Cüneyd-i Bağdadî Hz.leri Evliyanın büyüklerinden olup, asıl itibariyle Nihâvendlidirler. Babasının adı Muhammed, künyesi ise Ebü'l-Kâsım'dır. 207 Hicrî yılında Bağdat'ta doğmuştur. Dayısı Seriyyü Sakatî ve Hâris-i Muhasibi gibi meşhur sûfîlerle sohbet etmiş ve pek çok mürid yetiştiren Cüneyd-i Bağdadî 297 Hicri yılında vefat etmiştir. (Tezkiretü'l-Evliya s.126; Tabakâtü'ş- Şâfiiyye s.155).
22— Tâlut, İsrail Oğullarının ilk Hükümdarıdır. Kırk sene kadar Hükümdarlık yaptıktan sonra M. Ö. 1040 tarihinde Filistinliler tarafından öldürülmüştür. Câlût ise Filistin kahramanlarından bir kimsedir. İsrail Oğulları ile Filistinliler arasında çıkan bir savaşta onsekiz yaşındaki Dâvud Aleyhis Selam tarafından atılan sapan taşıyla öldürülmüştür. İşte burada Seyyid Burhaneddin Hz.leri Gönül'ü Hz.Davud'a, Nefs-i Emmareyi de Câlût'a benzetmiştir.
23— Nâsıhu't-Tevârîh 2/770 - 772
24— Bu hadis-i şerif ve değişik rivayetleri için bak. Müsned-i Ahmed 2/300, 408; 3/115; 4/106;
25— Bu şiirin kime âit olduğu tesbit edilememiştir.
26— Bu beyitler Hakim Senâî'nin Hadika isimli eserinden alınmıştır. Tahran baskısı s.339.
27— Bu beyit te Hadika'dan alınmıştır s.425.
28— Bu hadis-i şerif için bak. Müsned-i Ahmed 3/128, 199, 285; Nesâî, işretü'n-Nisâ 1; Ihyaü'l-Ulûm 2/21; Câmiu's-Sağîr 1/145.
29— Bu hadis-i şerif için bak. Câmiu's-Sağîr 1/8; Ihyaü'l-Ulûm 3/18; Kenzü'l-Ummâl 11/30702; Künûzü'l-Hakâyık 1/98, 2/148.
30— Bu şiirin kime âit olduğu tesbit edilememiştir.
31— Bu söz, Beyazıd-ı Bistami'ye aittir. Bak.Şatahâtü's-Sûfiyye, Mısır baskısı s.139-140; Tezkiretü'l-Evliyâ 1/173.
32— Bu beyitler, Hakim Senâî'nin Hadîka isimli eserinden alınmıştır. Tahran baskısı s.376.
33— Bu şiir, Şerefü'l-Hukemâ Sâdeddin'in Kasidesinden alınmıştır. Bak. Lübâbü'l-Elbâb, Leyden baskısı 2/379-382.
34— Ashâb-ı Suffe: Sahabelerin fakirlerinden bir gurubun adıdır. Bunlar, peygamber Aleyhis-Selam'ın himayesinde olup, mescidin bir köşesinde kalıyorlardı. Evleri ve aileleri yoktu, sayıları ise dörtyüz civarında idi.
35— Bu son Sözde: "Cennetin etrafı gönüle hoş gelmeyen şeylerle, Cehennemin etrafı ise, gönül çekici şeylerle süslenmiştir" hadisine telmih vardır. Bu hadis için bak. Müslim 8/143; Müsned-i Ahmed 2/380; Câmiu's-Sağîr 1/145.
36— Bu son sözde:"Aliah yolunda öldürülmüş olanları, ölmüş sanmayınız, bilakis onlar Rableri katında diridirler" (ÂN Imran169) âyeti kerimesine telmih vardır.
36*— Ölmeden önce ölünüz!" hadisinden iktibas edilmiştir. Bazıları Sûfiyyenin sözlerindendir, demiştir. (Keşfü'l-Hafâ 2/ 384)
37— Mücâhede'nin tarifi ile ilgili bu sözler, İmam Câfer-i Sâdık Hz . lerinindir. Keşşafü Istılâhâti'l-Fünûn 1/198.
38— Bu hadîs-i şerifin kaynağını bulamadık.
39— Bu hadis için bak. Kenzü'l-Ummâl 4/10647; Deylemi, İbnı Abbas'tan rivayet etmiştir.
40— Bu. hadis için bak- Câmiu's-Sağîr 2/50; İthafü Sadeti'l-Müttekîn 4/195.
41— Bu sözler Seyyid Burhaneddin Hz.lerinin kerametine hamledilmesi gerekli sözlerdir. Levh-ı Mahfuz yüce Allah'ın ezelden ebede kadar takdir ettiği şeylerin yazılı bulunduğu kudsî levha, Levh-ı Mânevi veya Levh u Kalem ifadeleriyle de geçmektedir.
42— Bu haber için bak. Latâifü Mânevi s. 169; Ehâdîsü Mesnevi s. 104.
43— Bu hadisin değişik rivayetleri için bak. Künûzü'l-Hakâyık 2/22; Keşfül-Hafâ 2/80.
44—Bu kudsî hadisin değişik rivayetleri içinbak. Kü-nûzü'l Hakâyık 1/40; Müstedrekü'l-Vesâil 2/270.
45— Bu hadis için bak. Hâkim Müstedrek 2/343; Hılyetü'l-Evliyâ 4/306; Câmiu's-Sağir 2/154; Künûzü'l-Hakâyık s. 119. Bu hadis-i şerifin anlamını, Seyyid Burhaneddin Hz.leri kendi müridleri için söylemiştir.
46— Bu hadis-i  şerif için bak. el-Lülüü'l-Mersu s.55; Sefinetül-Bihâr 2/378; Keşfü'l-Hafâ 2/87.
47— Hallac-ı Mansur için 108 nolu dipnota bakınız!
48— Bu söz, hadis-i şerif mealidir, bak. Keşü'l-Esrâr s.,93, 371, 518, 563; Mirsâdü'l-lbâd Tahran 1312, s.55.
49— Bu sözde "Nur Sûresi" nin 35.âyetine işaret vardır.
50— Bu söz,Sâdî Şîrâzi'nin külliyatından alınmıştır. s.119.
51— Bu şiir, Hakim Senâî'nin Hadîka isimli eserinden iktibas edilmiştir. Tahran baskısı s. 115, 339. 74
52— Bu şiirler, Hakim Senâî'nin Divan'ından iktibas edilmiştir. Tahran 1320, s.359.
53— Bu şiirlerin kime âit olduğu tesbit edilememiştir.
54— Bu hadîs-i şerifin değişik rivayetleri için bak. Keşfü'l-Esrâr, Tahran baskısı s.365; Ahmed Gazali, Bahru'l-Mahabbe fî Esrâri'l-Mevedde, Bombay baskısı s.83; Hâkim Müstedrek 2/474, 519; Sûyûti, el-Leâli'l-Masnûa 1/20.
55— Bu Söz Hz. Ali'nin oğlu Hz. Hüseyne nisbet edilmektedir. Bazı değişik rivayetler için bak. Muhâdarâtü Râğıb, Mısır 1326, 1/215; el-Menhecü'l-Kavî 6/478; Şerhu Bahrı'l-Ulûm 6/195.
56— Bu hadis için bak. el-Lülüü'l-Mersû s.95; Sehâvi el-Makâsıdü'l-Hasene; s.437; Keşfü'l-Hafâ 2/311.
57— Bu şâirin kimliğini tesbit edemedik.
58— Bu Hadis-i Şerifin değişik rivayetleri için bak. Müslim Kader Hadis 17; Tirmizi Kader 7, Daavât 89; Ibni Mâce Mukaddime 13; Müsned-i Ahmed 2/168,173, 4/182, 6/182, 251, 302, 315; İhyâ 1/76.
59— Seyyid Burhâneddin Hz.leri burada da yine "Vahdet-i Vücud" nazariyyesi ile ilgili açıklamalarda bulunmaktadır.
60— Bu söz, Ihyâü'l-Ulum ve Fîhi Mâ Fîh'te hadis olarak geçmektedir. Hadisçiler ise, hadis olmasına şüphe ile bakmışlardır.
61— Bu şiirin kime ait olduğunu tesbit edemedik.
62— Bu hadis-i şerifin değişik rivayetleri için bak. Câmiu's-Sağır 1/8; Künûzü'l-Hakâyık 1/8; İhya 3/18; Tirmizî Tefsir, Sûre 15. bab 6; Buharı Tarih 4/1/354;
63— Bu beytin kime âit olduğunu tesbit edemedik.
64— Bu şirin kime git olduğunu tesbit edemedik.
65— Bu şiirin kime âit olduğun tesbit edemedik.
66— Sahip Şemseddin Isfehânî, Selçuklu Hükümdarlarından Alâeddin Keykubat, Gıyâseddin Keyhüsrev, Izzeddin Keykâvus zamanlarında tuğrâcılık, vezir nâibliği ve vezirlik gibi önemli görevlerde bulunmuştur, ilhanlıların Kayseri Genel Valiliği görevinde de bulunan Şemseddin Isfehânî, aynı zamanda Seyyid Burhaneddin Hz.lerinin müridlerindendir, 647 Hicrî tarihinde vefat etmiştir.
67— Bu şiir bazı değişikliklerle beraber Hakim Senâî'nindir. bak. Külliyat-ı Hakim Senâî, Kabil baskısı s.32; Külliyât-ı Şems 2/224.
68— Orjinalinde Arapça olan bu şiirin kime ait olduğunu tesbit edemedik.
69— Farsça olan bu şiirin de kime âit olduğu tesbit edilememiştir.
70— Bu hadis-i şerifin değişik rivayetleri için bak. Câmiu's-Sağîr 2/30; Ayrıca Ibni Ebi Şeybe, Ibnü'n-Neccâr, Beyhakî, Taberânî, Hakim Tirmizî, Bezzâr, Deylemî ve Ebü'ş-Şeyh de rivayet etmişlerdir. İmam Sûyûtî ve Sehâvî bu hadis konusunda özel risaleler yazmışlardır.
71— Bu hadis-i şerif için bak. Buhârî Tarih 2/1/338; ayrıca Beyhakî, Taberânî, Bağavî, Bârûdî ve Ibni Kani' rivayet etmişlerdir.
72— Seyyid Burhaneddin Hz.leri bu sözleriyle şu hadis-i şerife işaret etmektedir: "Cömertlik, cennette bir ağaçtır ki dalları dünyaya uzamıştır. Her kim bu ağaçtan bir dala yapışırsa, o dal, o kişiyi cennete götürür" Bu hadis için bak. Beyhakî, Şuabü'l-lman K.lman Hadis no 10877; Câmiu's-Sağır 2/36; Feyzü'l-Kadir 4/138; İhya 3/168; Râmûzü'l-Ehâdıs s.213; Ibni Hıbban da bu hadis-i şerifi Hz. Ali'den rivayet etmiştir.
73— Bu şiirin anlamı da Hz. Ali'nin şu sözünden alınmıştır. "Çanak ve çömleğin kırık veya sağlam olduğu, dışa vurulduğu zaman çıkardığı sesten anlaşıldığı gibi, insanların sağlam veya çürüğü de konuşturmak suretiyle anlaşılır" Bu sözün kaynağı için bak. Şerhu Nehcü'l-Belâga 4/548; ayrıca Zemahşeri'nin Rebiu'l-Ebrâr'ında da buna yakın sözler vardır.
74— Bu şiirin kime âit olduğunu tesbit edemedik.
75— Hadîs-i şerif olarak kabul edilen bu söz için bak: Künûzü'l-Hakâyık s.18; Ayrıca Hoca Eyyûb'un Mesnevi şerhinde de geçmektedir, s. 115.
76— seyyid Burhaneddin Hz.terinin bu sözünde şu Hadîs-i Şerife işaret vardır: "Cemaatte rahmet, ayrılıkta ise azab vardır" Kaynakları için bak. Müsned-i Ahmed 4/278, 375; Câmiu's-Sağîr 1/144; Künûzü'-Hakâyık s.88; Taberânî ve Deylemî tarafından da rivayet edilmiştir.
77— Bu sözler ve Teviller Sülemi'nin "Hakâyıku't-Tefsir" isimli tefsirinden iktibas edilmiş olup Cüneyd-i Bağdadî ve Ibni Atâ (Ahmed)'in sözleridir.
78— Bu şiirin kime ait olduğunu tesbit edemedik.
79— Mutasavvıflar, Hz. Eyyub'un hastalığı konusunda böyle inanmakla beraber, Mütekellimler, Peygamberlerin İsmet sıfatına aykırı olduğu düşüncesinden hareketle kabul etmezler.
80— Bu hadîs-i şerif için bak. Tirmizî Edeb Hadis 2799: Câmiu's-Sağir 1/59; Metâlibü'l-Âliye 2/257.
81— Bu söz, Hz.Ali'nin bir sözünden iktibas edilmiştir. Şöyle ki; Bir kimse Câfer-i Sâdık'a gelerek: "Melekler mi daha üstün, yoksa insanoğlu mu daha üstündür?" diye sorunca: Cafer-i Sâdık şöyle cevap vermiştir. Bu konuyu ben Hz.Ali'ye sordum, dedi ki: "Allah Melekleri yarattı onlara akıl verdi, şehvet vermedi. Ademoğluna ise hem akıl ve hem de şehvet verdi. Her kimin aklı şehvetine galip gelirse, o kimse meleklerden daha üstündür. Her kimin de şehveti aklına galip gelirse, o kimse hayvanlardan daha kötüdür" Bu rivayetin kaynağı için bak. Kitâbü'l-Vesâil 2/447; ihya 1/169.
82— Bu rubailer Esîrüddin Ahsîketi'ye nisbet edilmektedir. Divan-ı Esir Ahsîketi, Tahran 1337, s.480. Bu Rubailer Mevlânâ'nın Maktûbatında da geçmektedir.
83— Bu hadîs-i şerif için bak. Müslim Cennet Hadis 1; Ebû Davud Sünnet 22; Tirmizî Cennet 21; Nesâî Ey man 3; Dârimi Rikak 117; Müsned-i Ahmed 2/260, 333, 354, 380, 3/153, 254, 284. Ayrıca 35 nolu dipnota da bak.
84— Bu hadis-i şerifin değişik rivayetleri için bak. Kenzü'l-Ummâl 1/2871; Künûzü'l-Hakâyık s.131; Tefsir u Taberi 1/26; et-Tibyân fi Tefsiri'l-Kur'ân 1/3;
85— Bu şiir, Nizâm-ı Gencevî'nin "Gencîne-i Gencevî" isimli eserinden iktibas edilmiştir, sayfa 210.
86— Vahdet-i Vûcud : Varlıkların bir ve tek varlık olduğuna inanmak bütün varlıkları bir varlık olarak bilmek, her şeyin bir olan Allah'ın değişik tecellileri, zuhurları ve görünüşleri olduğuna inanmak anlamına gelmektedir.
87— Seyyid Burhaneddin Tirmizî Hz.leri "Vahdet-i Vûcud" felsefesini burada tam bir şekilde ifâde etmektedir.
88— Müşahede: Sâlikin kendini kaybederek Hakkı bulması, Hakkı seyr ve temâşâ etmesi, Hakkın kalpte hâzır olması ve makamların sonu anlamına gelmektedir.
89— Bu söz, Meşâyıh sözlerindendir. Bilhassa Ebu Bekir Verrâk'ın şu sözüne benzemektedir: "Dünya ve âhıretin saadetini yalnızlık ve azlıkta buldum. Dünya ve âhıretin mutsuzluğunu ise, çokluk ve ihtilatta buldum" . Risâle-i Kuşeyriyye s.51.
90— Bu şiirin kime âit olduğunu tesbit edemedik.
91— İlk iki beyit Nizâm-ı Gencevî'nin Leylâ ve Mecnun isimli eserinden iktibas edilmiştir.Tahran 1316, s.265. Son beyit ise,Seyyid Hasan Gaznevî'nin Divanından alınmıştır,sayfa 113.
92— Bu şiir, Hakim Senâî'nin "Hadîka" isimli eserinden iktibas edilmiştir. Bak. sayfa 721.
93— Bu beyit, Hakim Senâî'nin Dîvanından iktibas edilmiştir. Tahran 1320, sayfa 513.
94— Murakabe: Kendi kendini kontrol etmek, denetlemek, gözetlemek ve Murâkabe-i Nefs etmek, yani Allah tarafından denetlenmekte olduğuna inanmak, anlamına gelmektedir. Murakabe, mürid için önemli konulardan biridir.
95— Bu şiirin kime ait olduğu tesbit edilememiştir.
96— Bu beyit, Hakim Senâî'nin "Hadîka" isimli eserinden iktibas edilmiştir. Tahran baskısı s. 112.
97— Bu beyit, Hakim Senâî'nin Dîvan'ından iktibas edilmiştir. Tahran 1320, s.655.
98— Bu kaside, Hakim Senâî'nin Dîvanından iktibas edilmiştir s.240.
99— Bu şiir, Baba Efdal Kâşî'nin Rubâîlerindendir.
100— Bu şiirler, Hakîm Senâî'nin "Hadîka" isimli eserinden iktibas edilmiştir, s.295, 471,
101— Bu cümleler, Risâle-i Kuşeyriyye'den iktibas edilmiştir, bak. Mısır baskısı s.142.
102— Bu şiirler  Hakîm Senâî'nin "Hadîka" isimli eserinden iktibas edilmiştir.s.206.
103— Bu beyit Şirvanlı Hâkânî'nin Divanından iktibas edilmiştir. Dîvan-ı Hâkâni, Tahran 1338, s.375.
104— Bu mısrâ Hakim Senâî'nin Divanından iktibas edilmiştir, s.652.
105— Bu Rubâî, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî'nindir. Bak. Külliyat, Rubâî 717, sayfa 122.
106— Bu Rubai de, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî'nindir. bak.Külliyat, Rubâî 746; sayfa 126.
107— Bakkal Yusuf: Yusuf b. Ali b. Ahmed el-Bakkal el-Bağdadi es-Sûfî. Bağdatta Merzübâniyye Ribatında şeyhlik yapmış olup 666 Hicrî yılında yine Bağdat'ta vefat ederek İmam Ahmed Kabristanlığına defnedilmiştir. Bakkal Yusuf diye bilinen bu şeyh, Hallâc-ı Mansur gibi Vahdet-i Vûcud nazariyesini hararetle savunan şeyhlerden olup, aynı zamanda Seyyid Burhaneddin Tirmizî'nin muâsırlarındandır. "Sülûkü'l-Havâss" adında tasavvufla ilgili bir eseri de vardır. bak.Kehhâle 13/317; Zirikli 9/319; HA.2/555; Keşf. 2/99.
108— Hallac-ı Mansur: Hüseyin b. Mansur el-Hallâc el-Bağdâdî, Kelâmcı Sûfilerden olup, aynı zamanda "Vahdet-i Vücud" nazariyesinin başta gelen temsilcilerindendir. "Enel-Hak" sözünden dolayı 24 Zilkaade 309 Hicrî tarihinde Bağdat'ta katledilmiştir. Tefsir, Hadis, Kelâm ve Tasavvuf konularında olmak üzere elliye yakın eser yazmıştır. Seyyid Burhaneddin Tirmizî Hz.leri bu eserinde Hallacı Mansur'un eserlerinden pek çok iktibaslar yapmıştır. (Bak. Tabakâtü's-Sûfiye, Sülemî, s. 307- 311; Tezkiretü'l-Evliyâ s. 187-188)
109— Râbia-yı Adeviyye: Basralı İsmail adında bir zâtın kızı olup künyesi Ümmü'l-Hayr'dır. Babasının dördüncü çocuğu olduğu için "dördüncü" anlamına gelen "Râbia" adıyla adlandırılmıştır. Seyyid Burhaneddin Hz.lerinin burada iktibas ettiği metne göre, koyu bir "Vahdet-i Vûcud" taraftarı olduğu anlaşılmaktadır. 135 Hicrî tarihinde ölmüştür. Kendisine evlilik teklif eden kimsenin ise Hasan-ı Basrî Hz.leri olduğu rivayet edilmektedir.(Tezkiretü'l-Evliya s.408; Âlâmü'n-Nisâ 1/430) Râbia-yı Adeviyye'nin yukarıdaki sözleri şöyle de yorumlanmıştır: Peygamber Aleyhis-Selam'ın söylediği sözler dahi Vahy-i llâhî'ye dayalı olduğu için, Allah Kelamı niteliğindedir, öyle olunca ikiliğe gerek yok, hepsinin kaynağı da ilâhî kaynaktır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: "O Peygamber kendi arzusuna göre konuşmaz. O'na inen (Kur'an veya O'nun söylediği sözler) kendisine vahyedilen vahiden başka bir şey değildir" buyrulmuştur.(Necm 3-4)
*— Çile: Nefis mücâhedesi yapmak gayesiyle kırk gün bir hücrede çile çıkarmak, perhiz ve riyazat yapmak anlamına gelmektedir. Nitekim Sultan Veled Hz.leri çile hakkında şöyle demektedir: "Çile çıkarmak, Peygamberlerin sünneti değildir, bu bir âdet ve alışkanlıktır. Eğer dostlar samimi olmazsa, onlardan uzaklaşmak için bir köşeye çekilip uzlet yapmak yerinde bir iştir. Fakat samimi dostlardan uzaklaşmak ise doğru değildir. Çünkü 'Cemaatte rahmet vardır" buyrulmuştur. Cemaatte rahmet olması, diğer varlıklarda da görülmektedir. Mesela bir bitki tek başına istenilen seviyede büyüyemez, fakat yaylada kendi cinsinden olan diğer bitkilerle beraber olursa, daha kuvvetli yetişir. Su az olursa, akıp gitmez, olduğu yerde kalır, kokuşmaya başlar. Eğer çoğalırsa, bir dere hâline gelerek akıp gider. İşte böylece her şey kendi cinsiyle kuvvet bulur. Nitekim Atlar, esterler hemcinsleri olan Esterle daha iyi yol alırlar. Şu halde uzlet (çile) yabancılardan uzaklaşmak için yapılmaktadır. Yoksa yarden ve gerçek dostlardan kaçınmak için değil. (Maârif, s. 162)
110— Bu beyit, Attâr'ın Muhtar-Name ve Cüveynfnin Cihangüşây isimli eserindeki Rubâî'nin bir beyitidir. Oradan iktibas edilmiştir, bak. Cüveyni, Cihangüşây, Leyden baskısı 2/117; Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî'nin "Fîhi Mâ Fîh" adlı eserinin bir nüshasının haşiyesinde de geçmektedir, ama Mevlâ-nâ'nın da değildir.
111— Seyyid Burhâneddin Hz.leri "Zikri göbekten yukarıya doğru, içten ve cân-ı gönülden yap!" ifadesiyle, Kâdiriyye, Çeştiyye ve Şâzeliyye gibi tarîkatlardaki zikir şeklini tenkid etmektedir. (bak.Câmiu'l - Usûl, Şeyh Ahmed Nakşibendî s.22-25; Cevâhir-i Ğaybi,Ebü"l-Hasan b. M.Hasan Kadiri, s.269-277).
112— BU cümleler aşağıda tercümesini vereceğimiz Hadîs-i Şerifin manasından iktibas edilmiştir. Nitekim Peygamber Aleyhis-Selam: "Nur, kalbe girdiği zaman kalp genişleyip açılır" buyurunca, sahabîler: "Bunun alâmet ve işareti nedir?" diye sordular. Bunun üzerine Peygamber Aleyhis-Selam:" Dünyadan uzaklaşmak, âhırete yönelmek (Inâbe); zamanı gelmeden önce, ölüm için hazırlanmak" buyurdu. (Bu hadisin asıl metni için bak. Ihyau'l-Ulûm 1/58; Ithâfü Sâdeti'l-Müttekin 1/424-425; Şerh-i Tearruf 1/63, 3/46.)
113— Bu mısra arapçadır. Cüveynî'nin Cihangüşây isimli eserinden iktibas edilmiştir. bak.Leyden baskısı 2/112;
114— Bu hadis-i şerifin değişik rivayetleri için bak. Ebû Davud Menâsik Hadis 1729; Ibnü'l-Esir, Nihaye 1/59, 2/113; Ibni Sâd 3/287; Ehâdîs-i Mesnevi s. 189; Mevlânâ Celâleddin Rûmi Fihi Mâ Fih s.61, 81.
115— Bu mısra, Hakim Senâi'nin Divanından iktibas edilmiştir. Tahran 1320 baskısı, sayfa 376.
116—Bu söz, Mutasavvıfların sözlerindendir. Tezkiretü'l-Evliyâ'nın yazarına göre bu söz, Şeyh Ebû Bekir Kettânî'ye aittir. Leyden baskısı, sayfa 121; ayrıca bak. Ebû Tâlib-i Mekki, Kûtü'l-Kulûb; Ibni Haldun, Şifâü's-Sâil li Tehzîbi'l-Mesâil, Mukaddime Dr.M.Tanci, İstanbul sayfa "F". Ibnü'l-Cevzî, Nakdü'l-llm ve'l-Ulemâ, Mısır baskısı, sayfa 321.
117— Bu söz, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî'nin "Fihi Mâ Fîh" isimli eserinde Hadis-i Şerif olarak geçmektedir, s. 184. Şeyh Attar'ın Musîbet-Nâme isimli manzumesinde de aynen hadis olarak geçmektedir, sayfa 318.
118— Ehâdîs-i Mesnevi s.39; Fihi Mâ Fih, Ahmed Avni Konuk Tercümesi, İst.1994 sayfa 14; el-Lülüü'l-Mersu s.66.
119— Bu Hadis-i Şerif için bak. Câmiu's-Sağir 1/59; Hılyetü'l-Evliyâ 2/196; ihya 4/118; Ithâfü Sâdeti'l-Müttekîn 7/214; Nihâye 4/250.
120— Bu rubâî'nin kime âit olduğunu tesbit edemedik
121— Bu Hadîs-i Şerif için bak. Buhâri Tevhid 8/178; Müsned 2/296, 405, 492.
122— Bu hadis için bak. Câmiu's-Sağir 2/167; Kenzu'l-Ummâl 4/19199, 10443; Müsned-i Ahmed 5/362; Künuzu'l-Hakâyık s.100;
123— Bu Hadîs-i KudsVnin benzer rivayeti için bak. Dârimî Kitâbü'r-Rikâk 2/322.
124— Bu hadis için bak. Câmiu's-Sağîr 2/17; Kenzü'l-Ummâl 4/10311; Müsned-i Ahmed 6/240; Hâkim Müstedrek
125— Bu şiir aynen, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî'nin Fihi Mâ Fîh isimli eserinde de geçmektedir. Tahran baskısı, sayfa 280.
126— Bu beyit, Hakîm Senâî'nin "Hadîka" isimli eserinden iktibas edilmiştir, sayfa 177.
127— Bu söz için bak. Ihyâü'l-Ulûm 3/152; ayrıca bak. Taberî Tefsiri Tercümesi, sayfa 38-39.
128— Ka'bül-Ahbar, Yehudi ilim adamlarından olup Hz.Ömer'in Halifeliği sırasında müslüman olmuş ve Hz.Osman zamanında 32 hicrî yılında Humus'ta vefat etmiştir. (Üsdül-Ğâbe 4/247)
129— Bu Kudsî Hadisin değişik rivayetleri için bak. Câmiu's-Sağîr 2/80, 180; Şerh-i Tearruf 1/70; Künûzü'l-Hakâyık, s.89; Kenzü'l-Ummâl 1/1539. Taberânî Evsafında da rivayet etmiştir.
130— Bu söz bir atasözüdür, darb-ı meseldir.
131— Pek az değişiklikle beraber bu tarif için bak. Risâle-i Kuşeyrî, Mısır baskısı, sayfa 100.
132— Bu söz, Ebû Bekir Vâsıti'nin sözlerindendir. Risâle-i Kuşeyrî, s. 101.
133— Bu Hadis-i Şerif için bak. Câmiu's-Sağir 2/201; Kenzü'l-Ummâl 3/5973; Müsned-i Ahmed 2/310, 442, 461, 539; Ebû Davud Hadis 4942; Tirmizî Birr Hadis 1924; Buhârî Edebü'l-Müfred ve Hâkim Müstedrekte rivayet etmiştir.
134— Seyyid Burhaneddin Tirmizi Hz.leri, Cüneydi Bağdadi ve Mutasavvıfların ekserisinde olduğu gibi; fakirliği, zenginliğe tercih etmektedir. Ibni Atâ gibi Mutasavvıflar ise, zenginlik Allah'ın sıfatı, fakirlik ise kulun sıfatıdır, tezini savunarak zenginliği fakirliğe tercih etmişlerdir, bak. Ihyâü'l-Ulûm 4/196-201. "
135— Bu Hadis-i Şerif için bak. Ihyâü'l-Ulûm Mısır baskısı, 4/446.
136— Bu söz, Ebu Hüreyre (r.a.)'den de rivayet edilmiştir, bak. Safvetü's-Safve, Haydarabad baskısı, 1/77; Nâsıhu't-Tevârîh 1/564.
137— Bu hadîsin değişik rivayetleri için bak. Müsned-i Ahmed 3/10; Tirmizî K.Daavât 17; Ihyâü'l-Ulûm 1/320.
138— Bu beyit Hakim Senâi'nin "Hadika" isimli eserinden iktibas edilmiştir, sayfa 339.
139— Bu Hadîs-i Şerifin değişik rivayetleri için bak Musned-ı Ahmed 5/218; Câmiu's-Sağîr 2/92; Künûzü'l-Hakâyık s^115-118; Kenzü'l-Ummâl 6/15631; Ebû Dâvud, K.Dahâyâ Hadis 2809; Tirmizi, K.Sayd bab 12; Hâkim Müstedrek K.Zebayıh 4/124, 239; Ibni Mâce, K.Sayd bab 8- Dârimi K.Sayd bab 9.
140— Bu şiirin kime âit olduğunu tesbit edemedik.
141— Bu hadisin kaynağı tesbit edilememiştir.
142— Bu hadisin kaynağını tesbit edemedik.
143— Oniki ilimden maksat şunlardır: Sarf, Nahiv, Aruz,, Lügat, İştikak, Şiir, İnşâ, Maâni, Beyan, Bedî, Hat ve Kâfiye bak.Keşf. 1/71; Keşşafü Istılâhâti'l-Fünûn, Mısır baskısı s 17-26.
144— Ledün ilmi: Arada bir vâsıta olmaksızın, doğrudan doğruya Hak Teâlâ'dan öğrenilen ilim, Tasavvuf İlmi, Manevî İlim, anlamına gelmektedir.
145— şerff.j pây Suhte: Peygamber Aleyhis-Selam'ın soyundan ve erenlerin ulularından olup yedinci hicri asırda yaşamış sûfî bir zâtın künyesidir.
146— Hasan-ı Basrî Hz.leri Tâbiûn Neslinin büyüklerinden olup Zühd ve Takva ile meşhur olmuş Erenlerdendir.21 Hicrî yılında Medine'de doğmuş ve 110 Hicrî yılında Basrada vefat etmiştir. (Hılyetü'l-Evliyâ 2/131-161; Tabakâtü'l-Kübrâ 1/25)
147— Bu Hadis-i Şerifin değişik rivayetleri için bak. Buhârî K.Ezan 148, 150; istizan 3, 28; Müslim Salat Hadis 56, 60, 62; Ebû Davud Salat 178; Tirmizî Salat 100, Nikah 17; Nesâî Tatbik 23, Sehiv 41; Müsned-i Ahmed 1/292, 376.
148— Arapça 0/an bu beyit, Risâle-i Kuşeyriyye'den iktibas edilmiştir, Mısır baskısı, sayfa 176; ayrıca Makâlât-ı Şems-i Tebrîzî'de ve Sadî Şîrâzî'nin eserlerinde de geçmektedir.

Yorumlar