Osman Yüksel Serdengeçti

Osman Yüksel Serdengeçti, ilkokulu Akseki’de, orta ve liseyi Antalya’da bitirdikten sonra 1940 yılında Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ne girdi. Fakülte son sınıfta iken karıştığı olaydan dolayı okuldan atıldı. Yapılan tahkikat neticesinde beraat etmesine rağmen tekrar okula alınmaz. Bundan dolayı dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’e hitaben yazdığı “Yüksek Vekaletin Alçak Vekiline” adlı dilekçesinden dolayı mahkemece tutuklandı. 
Tek sayı çıkarabildiği “Bağrıyanık” adlı mizah gazetesi yasak yayın sayıldı. 
1965 yılında Adalet Partisi’nden bir dönem maceralı bir şekilde Antalya milletvekilliği de yapan Serdengeçti, akrabası da sayılan İsmet Hanım’la evlenir ve bu evlilikten bir erkek çocukları dünyaya gelir. Lakin o da iki yaşında vefat ettikten sonra bir daha da çocukları olmadı. 
Yakalandığı parkinson hastalığından kurtulamayarak, 10 Kasım 1983’te Ankara’da Hakk’ın rahmetine kavuştu.


Sempatik ve cesurdu 

66 yıllık hayatının büyük bir kısmı, akıl almaz mücadelelerle geçen, hapishaneleri mekan tutan, bildiğini söylemekten çekinmeyen dava insanının asıl adı Osman Yüksel’dir. Merhum Akseki Müftüsü Salim Yüksel’in oğludur. Eski Diyanet İşleri Başkanlarından merhum Ahmet Hamdi Akseki’nin yeğenidir. 
Bir topluluk içerisinde derhal kendisini belli eden, dikkatleri üzerine çeken bir kişiliği vardı. Yasak, kural, baskı tanımayan bir karakter taşıyordu. Başkalarının tesirlerine kapılmaz, kendisi çevreye tesir ederdi. Serapa espiri dolu bir konuşma ve yazı üslubu vardı. Sempatik, cesur ve ataktı. Şahsiyetinin temel esaslarını içerisinde yetiştiği İslamî iklimden almış; dinî, tarihî, edebî eserleri okuyarak kültürünü zenginleştirmişti. Aynı zamanda şairdi. 
Onun Sakarya Türküsü adlı şiirinden bir parçaya yer verelim: 
“Trenimiz geçerken Sakarya kenarından, 
Rüzgarlar esiyordu şehitler diyarından. 
Dağlar rükûa varmış kabul olmuş dilekler, 
Göklerden halka halka iniyordu melekler.” 
“Ey bu ıssız yerlerde sükut eden sırların 
Ulvî bir ilham ile manasına erenler! 
Ey bir karış yer için dağ gibi can verenler, 
Ey bu yollardan her gün geçen kara trenler, 
Durun, susun, dinleyin... 
Burada her bir zerre nabız gibi atıyor, 
Sakarya ufukları kıpkızıl, gün batıyor.” 
Yüksel Serdengeçti, bütün cesaret ve şecaatine rağmen daima aksiyonu değil, fikri önplanda tutmuştur. 

  

Bir sorgulama esnasında Osman Y. Serdengeçti 

Kalabalık bir yürüyüşün ardından tutuklanırlar. Siyasi Şube Müdürü sert ve asabi bir şekilde Serdengeçti’nin her cümlesi için ayrı bir zabıt tutturuyor, mühür v.s. Serdengeçti, adamın haline gülmeye başlıyor. O: 
- Ne gülüyorsun be! Burada komedi mi oynuyoruz, deyince Serdengeçti: 
- Ben ileride bu olayın romanını yazacağım. Sizin tipinizi bu olayın kahramanı olarak tesbit ettim. Romana çok uyuyorsunuz, onun için sevincimden gülüyorum, diyor. Tabi ki adam daha da zıvanadan çıkıyor. 
Kendisi lider konumunda olduğu için ayrıca bizzat Vali Nevzat Tandoğan ifadesini almaya başlıyor. 
- Gel bakalım isyanın elebaşısı, Ankara kazan, sen kepçe, karıştır bakalım ne çıkaracaksın? Ama hesabın yanlış, burada vali olarak ben varım, sana bunu yaptıracağımı mı sanıyorsun? Söyle bakalım nümayiş esnasında: 
- Neden Dil Tarih’te gençleri kışkırttın? 
- Neden Hukuk Fakültesi’de ayaklanma çıkarttın? 
- Neden Mülkiye’de, Ziraat Fakültesi’nde ordu bozanlık yaptın? diye sual yağmuruna tutuyor. Hepsini reddedince, bu defa; sen hareketin başındaymışsın, nağralar atıyormuşsun, deyince onu da reddetmiş. Bu sefer çekilmiş fotoğrafları çıkartmış: 
- Pekala bu resimler de mi yalan söylüyor, bunlar da mı sahte diye çıkışmış. Bu kez felsefe bölümü talebesi olduğunu ispat eden şu cevabı veriyor: 
- Vali Bey! Siz elbette ki, ciddi bir devlet adamısınız. Kesinlikle yalan söylemeniz mümkün değil. İthamlarınızın hepsini aynen kabul ediyorum. Felsefede bir cevher-suret nazariyesi vardır. Bir insanın cevheri bir mekanda olduğu halde, onun birden fazla nüshası (yani sureti) olabilir; bir sureti başka başka yerde gözükebilir. 
Vali çok kızar ve: 
- Suratına bir tane tokat atarsam cevher nerede, suret nerede anlarsın. Atın bunu, der. 
Sorgulanması esnasında dahi serbest davranan, kimlik ve kişiliğinden ödün vermeyen bir prensibe sahip olan Serdengeçti, sıra dışı hal ve hareketleriyle, sözünü esirgemeyen bir cesarete sahiptir. 

Serdengeçti Mecmuası 

Toplam 32 sayı çıkarabilen mecmuanın her bir sayısı binlerce basılıp dağıtılmak suretiyle toplumda ciddi tesir bırakmaktaydı. Şunu ifade etmek sanırım mübalağa olmaz: Hemen hemen bütün sayılarındaki yazılarından dolayı defalarca mahkemeye çıkmıştır. Henüz ilk sayısında dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel için: 
- Evet ağzının sağ yanıyla Kur’an okuyan, sol yanıyla kızıl ıslıklar çalan bakan sensin, demiştir. 
Avukatlığını yapan ve aynı zamanda dava arkadaşı olan Süleyman Arif Emre: 

- Osman, yazdığın yazıları neşredilmeden önce bana göster, zararsız hale getirerek yazalım da başın belaya girmesin. Ne mümkün özellikle benden, nâmahremden kaçınır gibi gizlerdi. 
Ben ancak mahkemeden, açılan dava için celpname veya tutuklama müzekkeresi geldikten sonra işe vâkıf olabilirdim. Çar-nâçar cübbeyi omuzlayıp arkadaşımızı savunmaktan başka çare kalmıyordu. 
Meşhur Malatya davasından beraat ettikten sonra avukatına: 
- Arif, ben şimdi devletten on dört ay alacaklıyım. Bir devlet mensubuna hakaret etsem bundan dolayı verilecek cezaya, bu yattığım mahsub edilir mi? diyerek tekrar içeri gireceğinin sinyalini vermekte. Çünkü o, hapishaneyi “evim” diye tanımlıyor. 
Korkuyu korkutan, ölümü öldüren Serdengeçti, davasıyla ilgili, uzun bir ara   geçtikten sonra çıkardığı mecmuasında şöyle ifade ediyor: 
Davasının kendi dilinden tanımı 
“Çünkü davamız, Allah davası, millet davası, vatan davasıdır. Bu mukaddes dava karşısında biz, nefsimizi sildik, kendimizi bildik. 
1940 yılından beri kötü niyetlere, şer kuvvetlere karşı amansız bir mücadele açmış bulunuyoruz. Yıllardır bin bir facia ile dolu mücadele hayatımızda, türlü mahkumiyet ve mahrumiyetlere uğradık. Üniversitelerden mi kovulmadık? Kollarımıza kelepçeler, şehirlerden şehirlere mi sürülmedik? Hangi birinden bahsedelim. 
Bütün bunlara rağmen sinmedik, yılmadık, ölmedik... Çünkü O’na inanıyoruz. O’na güveniyoruz. Hiç ölmeyene, hiç solmayana, eşi nâzir olmayana gönül verdik. Mücadeleye, er meydanına yalın kılıç atılanların, Serdengeçtiler kafilesine yeni katılanların pervasızlığı, imanı, heyecanı, zindeliği var içimizde... Kim ne derse desin, önümüze hangi engel çıkarsa çıksın, bu ateş sönmeyecek, bu dava ölmeyecek. Serdengeçti yolundan dönmeyecek.” 

  

SERDENGEÇTİ İÇİN DENENLER 


İki Millinin dışında, bütün millilerin yanında olduğunu söyleyen Serdengeçti: “Hey Yarabbim... Nedir bu İsmetler’den çektiğim. Biri yıllarca beni zindanlarda inletti, öbürü de hayatım boyu dır dır dinletti... (Hanımı asil bir Anadolu kadınıdır)
Namazda secdeleri çok severdi. Çok defa hıçkırarak doğrulurdu. Bir gün şöyle dedi: 
- Müslümanlar bu kadar zulüm görmeseydi, bu kadar ezilmeseydi, belki de ben hiç mücadele hayatına atılmazdım. 
Ölüm haberini duyunca: 
- Öldü demek... Hapishanelerden, zindanlardan kormayan; kravat gibi ölümü de takmayan dik başlı, dik karakterli, dik sözlü Osman Ağabey öldü ha?.. Necip Fazıl’ın dediği gibi: 

“Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya, 
Bu soğuk taşlar alsa alnımdaki ateşi... 
Dalsa sokaklar kadar esrarlı bir uykuya, 
Ölse kaldırımların kara sevdalı eşi...” 
Necip Fazıl sormuş:
- Osman, küçük abdest için bu civarda bir yer biliyor musun?
Serdengeçti patlatmış cevabı:
- Estağfurullah üstad, sizden küçük şey sâdır olmaz.
İnönü resimli pulları abone zarflarına yapıştırırken tutmadıklarını görüp bağırır:
- Koltuğuna yapıştığın gibi yapışsana!
Yanlışlıkla kadınlar tuvaletine girerken görevli uyarır:
- Hop hemşerim burası hanımlara mahsus!
Cevap verir:
- Peki biz kime mahsusuz kardeşim...
40’lı yıllarda TRT radyosunda konuşurken içinde Allah geçen bir cümle kurduğu için mahkemenin yolunu tutar.
Duruşma sırasında hâkim Serdengeçti’nin savunmasını ister.
O da anlatmaya başlar:
“Efendim, halk arasında “Allah selamet versin, Allah’a ısmarladık” gibi dil alışkanlığı cümleler kurulur. Ben de olsa olsa böyle bir şey söylemişimdir.”
Bu izahatın ardından hâkim tekrar sorar.
“Evladım sen bu ülkede Allah demenin yasak olduğunu bilmiyor musun?”
Serdengeçti “yutkunmadan” cevap verir.
“Allah Allah...!”
Osman Yüksel Serdengeçti 1944 de Türkçülük hareketine öncülük etmek, talebeleri hocalarının aleyhine kışkırtmak, Devlet büyüklerine hakaret etmek vs suçlardan, son sınıfın, son günlerinde okuldan uzaklaştırılıyor.
Bunun üzerine 
Osman Yüksel Serdengeçti, Milli Eğitim bakanı Hasan Ali Yücel'e şöyle bir dilekçe yazıyor. 

Yüksek Vekaletin Alçak Vekiline /ANKARA

Ben 3 mayıs 1944 hadiselerine öncülük yapmak gençliği kışkırtıp tahrik etmek suçuyla Dil Tarih Coğrafya Fakültesinin felsefe şubesinin son sınıfının son noktasında bir telefon emrinizle okuldan atılan ben Osman Yüksel İstanbul'a sürülüp örfi idare komutanlığının emrine teslim edildikten tabutlara tıkılıp zincirlere vurulduktan sonra suçsuz olduğum anlaşılmıştır kader beni yine sizin karşınıza dikmiştir 

Hakkımı istiyorum efendi hakkımı ...!
Senden bahşiş istemiyorum ...!
İmtihan hakkımı ya verirsin ya zorla alırım ... 

Beni tuttuğum yoldan yücel değil ecel gelse döndüremez ..!
ON KURUŞLUK PUL ve imza OSMAN YÜKSEL
Mektup 1   
     
Dilimin ve kalemimin ucundasin, 
Fakat kalbimin içinde, 

Şu tükenen yıllara sor, gecelere 
gündüzlere sor: kiminleyim ben? 

Hiç sizin semtinizde vefa rüzgari esmez mi? 
Daglara seslendim, onlar bile ses verdi de 
Sen neden susuyorsun... 

Sen ses ver de senin semtinden esecek vefa 
ve aşk rüzgarlarina bağrımı açayım.. 
cigerlerime çekeyim... 
'Beni ne yapacaksın' deme 
'Benim yüzümden ne hale gelmişsin' de! 

Yollarda ayak izlerini gördüm, 
Bu izlere yüzlerimi sürdüm. 
Evet, buralardan geçen sensin!.. 
Yollardan geçtigin gibi benden de mi geçeceksin?.. 
Yollardaki izlerini başka izler bozar siler... 
Fakat kalbimde bıraktığın izler ebedidir, bozulmaz, silinmez... 

Seni düşüne düşüne düşüme giriyorsun 
Onun için ben, gündüzlerden çok geceleri sever oldum 
Senin olmadığın yerde güneş yok bana 
Ateş yok bana..Hayat yok bana... 

Muhacir kuşlar sıcak iklimlere göçtüler 
Demek ki göç zamanı..benim kuşumsa 
'aşk' denilen kafeste çırpınıp durdu. 

Seninle olduktan sonra her şey sıcaktır bana 
Son bahar bile ilk bahar gibidir. 
Bir baktın canımı yaktın 
Bir daha bak ki , kül olayım, savrulayım... 

Bu bayram da sensiz geçti.Seninle her gün bayram bana 
Sen olmayınca bayramdan ne haber? 

İş bildiğin gibi değil.Bilmediğin gibi... 
Sen kendine bakma, bana bak..neler oluyor o zaman anlarsın 

Öldüğüm zaman mezarıma gel 
De ki ' bu adam benden neler çekti 
Ey toprak, böyle bir dertliyi sen nasıl çekiyorsun...' 
.
 
Osman Yüksel Serdengeçti 
AÇIN KAPILARI OSMAN YÜKSEL GELİYOR!

 

 Osman Yüksel Serdengeçti milletvekili seçilince Hüseyin Üzmez’e “Ben oraları bilmem , gel beraber gidelim.” Demiş. Meclisin girişindeki dönerli kapıdan önce Hüseyin Üzmez geçmiş, bir müddet ilerlemiş, lakin arkasından ayak sesi gelmediğini hissedince dönüp bakmış ki; döner kapı ile birlikte Osman Yüksel de dönüp duruyor. 

Tutup kolundan çekerek kapıdan kurtarmış. Abi hayrola ne dönüp duruyorsun?” dediğinde aldığı cevap meclisin duvarına yazılacak kadar veciz: 

-Sorma Hüseyinciğim, döneklik meclisin kapısında başladı. Allah içerde bize yardım etsin. 

Bir Serdengeçti klasiği daha: 

Osman Yüksel milletvekili olduğu dönemlerde bir mesele ile alakalı meclis kürsüsünde konuşurken CHP milletvekilleri sıra kapaklarına vurarak protesto eder ve konuşmasını engellemeye çalışırlar. Bunun üzerine Osman Yüksel SERDENGEÇTİ” Bu meclisin yarısı hıyar.”deyip kürsüden iner. Bunun üzerine CHP’li vekiller meclisin şahs-ı manevisine hakaret söz konusudur. Lütfen sözünü geri al, diye itirazda bulunurlar. Bunun üzerine Serdengeçti yeniden kürsüye gelip şöyle der:

-Tamam sözümü geri alıyorum. Bu meclisin yarısı hıyar değil. 

Ya şuna ne dersiniz? 

AP milletvekili olduğu dönemde Süleyman Demirel sık sık “Osman Yüksel varken Muhalefete ne gerek var.” Dermiş hatta hiç kravat takmadığı için sitem eder, oturumlara katılmasını istirham edermiş. Serdengeçti de kravatsız milletin vekili olduğunu beyan edermiş, bir defa kravat takmış onda da boynunu değil uçkurunu kullanmış. Boş işler dediği bir oturumda gübre meselesi konuşuluyormuş. Demirel meselenin çözümünü milletvekillerine sormuş. Herkes bir şeyler söylemiş. En son Serdengeçti söz isteyince herkes hayret ve ilgiyle ona doğru dönmüş, işte Serdengeçti’nin çözümü: 

Sayın genel başkan bu işin çözümü çok kolay. Şu ön sıralarda oturan yiyip de çıkarmayan vekilleri tarlalarda şöyle bir dolandırıp def-i hacet yaptırın gübre meselesi hallolur. 

Osman Yüksel Serdengeçti’ye “Senin hastalığının adı ne?”diye sormuşlar. O da; “Vallahi araba markası gibi bir şey . insanın benim de bir parkinsonum olsa diyesi geliyor.”demiş. 

Hastalandığı zaman kendini ziyarete gelen Alparslan Türkeş’e “Bak Türkeş, senin en sadık müridin benim, sen “Ey Türk titre ve kendine dön.” Dedin. Ben de titremeye başladım.”demiş. 

Hey koca Serdengeçti hey! Parkinson hastalığına yakalandığı zaman, ”Kalk be ne yatıyorsun?” diyenlere “Bir zamanlar dünyayı karıştırıyordum, şimdi çayımı bile karıştıramıyorum.” Diyor ve en büyük esprisini 10 Kasım’da hayata gözlerini yumarak yapıyor. 

4 yıl mebus 10 yıl hapis yatan, “Allah’sıza, vatansıza, bayraksıza karşı SERDENGEÇTİ” dergisini çıkaran; her çıkardığı sayıdan sonra “Nasıl olsa tutuklayacaklar.” Deyip emniyete giden ve her gittiğinde de hakikaten tutuklanan; hapse giderken de “AÇIN KAPILARI OSMAN YÜKSEL GELİYOR.” Diyen Serdengeçtilere, dalkavukluğun, iki yüzlülüğün, menfaatperestliğin ayyukaya çıktığı günümüzde ne de çok ihtiyacımız var. 

Ne dersiniz? 
**A. Rahim Balcıoğlu’nun, “Osman Yüksel Serdengeçti”  adlı eserinden yararlanılmıştır.

Yorumlar