ÇOCUKLARI ASKERE GÖNDERMESEK DEDELER GİDER ASKERE

Biz çocuklarımızı askere göndermesek, düşünüyorum da, yahu dedeler gider askere, nineler gider, babalar,  dayılar, emmiler, halalar, teyzeler gider askere. Laf mı şimdi bu?
1974 yılında 9 yaşındaydım. Kıbrıs Barış Harekatı vardı. Babam her gün radyonun başında haberleri takip ediyordu. Ben de onunla birlikte heyecanla haberleri dinliyordum.
Babam dilinin döndüğünce harbi anlatıyordu bana. Bir ara gözleri yaşardı. İki elinin baş parmaklarının tersiyle o iki damlayı sildi. 1974’te babam 50 yaşındaydı ve Kıbrıs Harbine gitmek istiyordu. O zaman ben bu durumu çok iyi anlayamadım.
Birkaç gün sonra babamla askerlik şubesinin önünden geçerken, belki de babam bilerek oradan geçmişti, şubenin önünde ak sakallı dedeleri gördüm. Ellerinde bastonlarla şubenin önüne gelmiş ve Kıbrıs’a gitmek istediklerini söylüyorlardı.
Orada genç bir komutan:
-Haydi evinize gidin, bizim askere ihtiyacımız yok,  Kıbrıs’ta zaten çok az bir askerimiz harekata katılıyor. Siz evlatlarımıza dua edin, kabilinden bir şeyler söylüyordu.
Bu sakallarını titreten, ellerindeki bastonları silah gibi tutan ihtiyarlardan çekinmiştim. Eğer dizlerinde derman olsa dünyayı düşmanın başına dar edecek insanlardı.
Babama o vakit dedim ki:
-Baba, bu ihtiyarlar neden askere gitmek istiyorlar?
Babam güldü:
-Oğlum, Türkün ne zaman başı dara düşse, Toroslarda Bozoğlan’ın sesi kükrer. O vakit bu milleti tut tutabilirsen.

Babam, o vakitler böyle şifreli konuşurdu, ben anlamazdım. Bozoğlan, Toros dağlarından kükreyecek… Bu nasıl bir kükreme ki Kayseri’den duyulacak, akıl kârı mı?
Sonradan anladım ki bu Bozoğlan, bir sembol… Bütün Türklerin yüreğinde gezinen bir kahramanlık ruhunun adı…  Yani Türk’ün ayranının kabarması…
O yüzden ben bu millete notunu değişik zamanlarda verdim hep.
Bu Bozoğlan ruhuna sahip millet, ne Amerika’dan, ne Rusya’dan, ne Çin’den, ne İran’dan, velhasıl  kimseden korkmuyor.
Askerlik yıllarımda söyleşme fırsatını bulduğum, cengaverce çarpıştıklarına şahit olduğum o asil ruhlu gençler beni çok etkiledi. Türk, Kürt, Çerkez, Arap, Laz, o üniformayı giydiklerinde Mehmetçik oluyorlardı. Biliyorsunuz, Türkler, Peygamberimiz Hz.Muhammed’e (sav) saygılarından ve sevgilerinden bu ismi zamanla Mehmet’e çevirdiler. Mehmetçik adı, Türk Ordusuna Hz.Peygambere izafeten verilir ve asker ocağı da Peygamber Ocağı olarak adlandırılır.
Bazen operasyon birliklerinin yarısına yakını Güneydoğulu askerlerden oluşurdu. Daha bir sefer, gözlerini kırpıp da geriye baktıklarını görmedim. Bu cengaver yiğitler, teröre ve teröriste zerre kadar taviz vermediler. Çünkü, vatan hepimizin vatanı, bayrak hepimizin bayrağı, ordu hepimizin ordusu.  
Sohbetlerde bir araya geldiklerinde öldürdükleri teröristlerden “leş” diye bahsederlerdi. Hatta Türkçe konuşma bazen Kürtçeye kayar, bana da:
-Hocam, kusura bakma, ikinci kanala geçtik derlerdi. Gülerdik.
Ben de o vakit biraz Farsça anladığımdan onları kısmen anlardım, ona da şaşırırlardı.
O üniformayı giymek bir şereftir. Türk Ordusunun üniformasını giyen her asker, Türkiye’nin neresinden olursa olsun, Mehmetçik olur. Her bir Mehmetçik, bir kaledir, bir burçtur, bir iman abidesidir. Çanakkale’de nasıl koyun koyuna yatıyorlarsa, asker ocağında da öyle koyun koyuna yatıyorlar, birlikte yemek yiyorlar, birlikte uyuyorlar.
Batmanlı bir yiğit, bir gün karşıma geçti, samimi bir dille:
-Hocam, kantinde satılıyor, bir hatıra defteri alsan da bizimle ilgili şeyleri yazsan olmaz mı?
-Nerden icap etti dedim.
-Hani sen sürekli bir şeyler yazıyorsun ya… Belki bir çarpışmada biz de şehit oluruz, o zaman bu yazdıklarına bakarsın, bizi hatırlarsın dedi.
O vakit yüreğim öyle bir kabardı ki içimden avazım çıktığı kadar dağlara doğru haykırmak istedim.
-Bu memleketin çocuklarını ayırmak isteyen kalleşler, hainler, görmüyor musunuz, bu çocuklar kardeş, bu çocuklar aynı ruhun, aynı imanın evlatları demek isterdim.
Öbür gün, her sayfası ayrı bir renkte olan meşhur asker defterlerinden aldım. Akşam sohbetlerinde onlar hakkında bilgiler alıyor ve deftere yazıyordum. Bu durum hoşlarına gidiyor, birbirlerine.
-Hoca, seni deftere yazmadı mı? Diye takılıyorlardı.
Bir asker arkadaşım geldi sıkıla sıkıla…
-Hocam, deftere beni yazmadın dedi.
Ben de peki yazalım dedim.
Evliydi, beş çocuğu vardı ama ikisi ölmüştü. Çocukları ve hanımı, Batman’da bir köyde annesinin yanında kalıyordu. Baba yoktu. Ben gayri ihtiyari:
-Geçimlerini kim sağlıyor dedim.
Boynunu büktü:
-Ben buradan gönderiyorum dedi. Nutkum durmuştu. Bu vatan evlatları, kaç kuruş para alıyorlar ki memleketine para göndersin. Aldığı üç kuruş parayı yemeyip içmeyip yuvasına gönderen aslan parçalarıydı bunlar.
Allah onlardan razı olsun ki subay, astsubay bu durumdan haberdar olup kendi aralarında bir fon kurdular. Mehmetçiği üzmeden, kırmadan desteklediler.
Yani ben bunları yaza yaza bitiremem, çünkü Mehmetçik bana böyle bir vazife vermişti o zaman.
Bu asker ocağına, peygamber ocağına nasıl gidilmesin ki…
Askere gitmeden kız vermiyorlar, iş vermiyorlar.
Hatta askere gitmeyeni erkekten bile saymıyorlar.
Sonra biz gitmesek bu ihtiyar dedeler, nineler gidecek askere, onları kim zaptedecek.
En iyisi vatan borcu, namus borcu… Biz askerdeyiz her zaman, dağları delik delik delmeye, kalbur alıp elemeye pek meraklıyız bilirsiniz.

Yorumlar

Unknown dedi ki…
merhaba hocam
gerçekten çok güzel bir yazı.okurken her satırında duygulandım.her satırında duygu yüklü,gerçekler var.
ellerinize sağlık...