Bir Yudum Mutluluk / S.Burhanettin AKBAŞ

Yıllardır mutluluğu mala, mülke ve ihtiyaçlara endeksledik durduk.
-Hele bir evim olsun o zaman…
-Arabayı bir aldık mı gel keyfim gel!
-Şu para bir çıksa, bak neler oluyor o zaman.
-Tatil bir gelsin, ayaklarım yerden kesilecek.
Evler, arabalar alındı. Parasız günler, paralı günlere döndü. Sınavlar bitti, tatil döndü ama ey mutluluk sen nerdesin?
Maddeyle alakalı görülen mutluluklar gelip geçici… İnsan, maddeye karşı doyumsuzluk gösteriyor. Halbuki mutluluk, -mal, canın yongası olmasına rağmen- gücünü maddeden almıyor. Ev, araba, eşya, madde bir noktaya kadar önem taşıyor. Sadece karın doyurmaya, gösterişe ve süse dayandırılan mutluluk, aslında mutluluk bile sayılamaz.

Mutluluk özünü ruhumuzdan almalıdır. Günlük hayatın hengamesi içindeki insanlar, birazcık durup kendimizi dinlemeyi öğrenmeliyiz. İnsanoğlunu “para kazandırma makinesine” döndüren çarklardan bir an olsun kurtulduğumuzda ruhumuzun derinliklerini, o vadilerdeki serinlikleri, güzellikleri, iyilikleri keşfetmeliyiz. Hayatın anlamını düşünmeliyiz. Biz kimiz ve nereden geldik, nereye gidiyoruz? Sahip olduğumuz erdemlerimiz nelerdir? İyilik ve güzellik noktasında nerede duruyoruz ve nerede durmamız gerekir?
İnsanın kendisiyle söyleşmesi ne hoştur. Dostlarıyla söyleşmesi de öyle… Bizim kültürümüzde kahve tadında sohbetlerin yeri farklıdır. Bizde sürekli bir kişinin konuşması görgüsüzlüktür. Muhabbet dediğin iki baştan olmalı sözü de doğrular ki muhatabınızı dinlersiniz. İnsanın seller gibi boşalmasında bizdeki bu sohbetlerin payı vardır.
Mutluluğumuzu etkileyen dış etkenler elbette vardır ama her şeyin insanın içindeki öze bağlı olduğunu unutmamak gerekir. İnançlar, felsefeler, büyük düşünürler aşağı yukarı hep aynı şeyleri söylüyorlar ve hep “öz”den bahsediyorlar. İnsanın özü, ruhudur. Özün güzelliklerini keşfetmek, yüceliklerinde keyifli yolculuklar yapmak gerek. İnsanın gerçek doktoru, gerçek ilacı bu yolculuktur. Bu yolculuğu bir kez değil, sürekli yapmak zorundayız. Mutluluk, sığınılacak bir liman değil, bir yolculuk biçimidir.
Ben sizden koşmanızı değil, durmanızı ve dinlenmenizi istiyorum. Dinlenirken gökyüzünden kendinize bakar gibi bakmanızı da istiyorum. Eğer siz, bir başkası olsaydınız acaba kendinizi nasıl değerlendirirdiniz? Hayata gülümsemek için geç kalmadınız inanın. Ruhunuzu dinleyin, ruhunuzda sadece gürül gürül akan çağlayanlar yok, engin sular da var. O dingin sulara bir bakın ve rahatlayın. İyilikler ve güzellikler adına yapmak istediklerinizi ötelemeyin. Hayatın bu telaşlı hengamesinde kaybolup gitmişseniz kendinizi yakalayın ve bir daha bırakmayın. Hayat, insanoğluna bahşedilmiş en güzel armağandır. Hayatımızı güzelleştirmek, değerli hale getirmek kendimizin elindedir.
Bazen öz ve biçim birbiriyle uyumsuzdur. Sahte gülücükler mutluluk görüntüsü verir sadece. İçimizin güzelliği dışımıza yansımalıdır; gerçek güzellik budur ancak. Evimizi tozlardan, bahçemizi ayrık otlarından temizlediğimiz zamanki bir manzaraya benzeyen hoşluk, ruhumuzdan bedenimize doğru akmalıdır. Sabahları ya da günü herhangi bir vaktinde insanlara güler yüzle vereceğimiz bir selam ne kadar değerlidir. Lakin o selamın, o güler yüzün değerini bilmek de bir erdemdir. Bütün insanlarda aynı erdemler bulunmuyor, bunu unutmamak gerekir. Dostça bir gülümsemeden anlamayacak ya da onu yanlış anlamak için her şeyi yapacak nice beden kölesi de aramızda dolaşmaktadır.
İnançlarımız, ahlakımız, ibadetimiz bu özle bağlantılı olmalıdır. Yoksa her şeyi sadece şekillere bağlamamalıyız. Görüntü aldatır. İçinde erdemleri hissetmeyenlerde bir şeklin içine sığınıyor olabilirler. Dinler, inanışlar, ahlak ve diğerleri, insanı yetiştirmek ve olgunlaştırmak, insanın mutluluğunu sağlamak için değil midir? İşte problem orta yerde duruyor:Özü kaybedenler, şekillerle uğraşıyorlar. O kadar ham, o kadar basit, o kadar erdemden yoksun şekiller ki bunlar, bana şah damarımdan daha yakın olan o yüce bilgeliği bile hafife alıyorlar. “Sen elif dersin hoca, manası ne demektir?” demek de boşuna… Hoca sadece elifi değil, bütün harfleri haraca bağlıyor. Gönül deryasında yüzmüyor, ummanları aşmıyor. Sadece bir çeşmenin başına oturmuş, milletin doldurduğu testilerin hesabını yapıyor. Cennete ve cehenneme bilet kesiyor.
Mutluluk insanın özgürlüğündedir. Gerçek özgürlük, ruhun özgürlüğüdür. İnsanoğlu iradesini hür olarak ortaya koyar, kendi hayatının belirleyicisi olursa mutluluğu yanıbaşında bulacaktır. İnsanoğlu baskı altında kalırsa kendisi de zamanla bağnaz ve yobaz olur. Kendi hayatının zorla biçimlendirilmiş olmasını hazmedemeyen insanlar, başkalarının hayatına da zorla ve gaddarca müdahale edebiliyorlar.
Mutluluk, hiçbir şart öne sürmeden, dış unsurlar ne getirmiş olursa olsun, insanın özünün farkına varması ve hayatın güzelliğini ve değerini en olumsuz durumlarda bile keşfetmesidir. Eskiler hayat varsa umut vardır derlerdi. En zor şartlarda dahi hayatın değerini yine de anlayabiliyorsanız erdemlere ulaşıyorsunuz demektir. Zararın neresinden dönersen kardır, yanlıştan bir gün dön ve özün senden ne yapmanı istiyorsa onu yap. İşte her şey bu kadar basit.
Bazen geçmişe dönmek de geleceğimizi aydınlatabilir. Bir bebeğin masumiyetiyle hayata sürekli gülümseyerek yaydığı mutluluk kıvılcımları, çocukluk döneminde de bir süre devam ettikten sonra azalmaya başlar. Gerçekleşmeyen hayaller, biten ya da söndürülen umutlar bunda etkilidir. Dış etkenler de bazen insanı çökertir. Acaba zaman zaman yıllar öncesine dönsek, hayata umutla baktığımız zamanlara, masumiyetimizin zirveye vurduğu yıllara taşısak kendimizi neler olurdu? Bizi katışıksız seven insanların varlığıyla cesaret bulduğumuz yıllar, bugünümüze bir güç ve dinamizm vermez mi? Mutluluğumuza sebepler üretmez mi?
Hayat, mutluluğumuz üzerine kuruluysa peki insanlar neden bu kadar mutsuzlar? Hayat neden sürekli mutsuzlar ordusu üretiyor? Stres, bunalım, şiddet, öfke, nezaketsizlik, görgüsüzlük, taciz gibi kavramlar hayatımızın içine neden bu kadar girdiler? İnsanlar artık çok şüpheciler ve güvenliklerini, konumlarını her şeyin ötesinde önemsiyorlar. Durum böyle olunca feragat edilecek çok şey çıkıyor ortaya.
Biz, insanlara mutluluğu doğru tarif etsek ve gidecekleri adresi açıkça göstersek, mutluluğun ilkelerini, şartlarını, düşünce biçimini ortaya koysak neler olurdu acaba? İnsanın kendi içindeki (öz) erdemleri keşfetmelerini sağlasak, insanları mutluluk yolculuğuna çıkarabilirdik. Geçmişte atalarımız “gönül gözü”nü, “kalp açıklığı”nı öne çıkararak erdemlere sahip olmanın getirilerini anlatıyorlardı. Kendi kültürümüzden uzaklaştık. Artık şehirlerimiz çok kalabalık. Akrabalık, komşuluk, dostluk, arkadaşlık gibi eski güzelliklerimizi yaşatmanın pek de kaygısını taşımıyoruz. Birbirimize güvenimiz ve saygımız yok. Ruhumuzun eğitimini sanatla tamamlamadığımız için, içimizdeki estetik duygular köreliyor, güzelin dostu olacak yerde düşmanı dahi olabiliyoruz. Şehirlerimiz plansız ve insanımıza çok fazla güzellik duygusu katmıyor. Çocuklarımız sınav ve gelecek kıskacında, biz ekonomik darboğazlardayız. Mutluluk bunun neresine sığacak demeyin. Sığacak. Cevaplarınızı kendiniz bulacaksınız. Önce kendinizle baş başa kalmayı bir deneyin, kendinizi dinlemeyi bir öğrenin. Gerisini siz rahatlıkla çözeceksiniz.

Yorumlar