Bağargen'de bağırtırlar

Geçtiğimiz Pazar Amarat Kasabasında pilav şenliğindeydik. Karapınar suyunun hemen yakınlarında Bağargen dedikleri yerde ilk olmasına rağmen güzel bir organizasyonla karşılaştık. Şenlikleri düzenleyenleri kutlamak isterim. Amarat’ta o kadar dostumuz ahbabımız oldu ki sanki kendi evimizde gibiydik. Onlar da –sağ olsunlar- Erciyes Tv’ye ve dolayısıyla da şahsımıza ilgi gösteriyorlar. Tanıdığım tanımadığım herkes selam verip “Hoş geldin” demeyi unutmuyor.


Amarat’tan dostlarım Kılavuz, Ergan, Şahin, Taş ve Yıldız Ailelerinin fertlerini görmek ve görüşmek fırsatımız oldu. Kendimizi evimizde gibi hissettik. Amarat Belediye Başkanı Rıfat Ergan ve Dernek Yöneticileri büyük bir incelik göstererek “Bindallı” programının Amarat’ı tanıtmasından dolayı bir plaket de bize verme lütfunu gösterdiler. Çok sevindik. Eksiklerimize yanlışlarımıza rağmen halkımızın beğenisini kazanmak hoştu doğrusu.

Bu arada kıymetli dostum Mustafa Ferit Yıldız da Amarat’la ilgili hazırladığı kitabını imzaladı. Bir nevi hemşehrileri ve okuyucuları ile buluşmuş oldu. Bir kez daha kendisini kutlamak istiyorum.

ŞİMDİ GELELİM BAĞARGEN’E…

Şimdi gelelim Bağargen’e… Aslında bu isim çok hoşuma gidiyor. Bağargen… Yöre Yöre Kayseri’nin çekimlerinde de sormuştum, yine sordum, aynı şekilde anlattılar Bağargen’in hikayesini. Şimdi nakledeyim sizlere: Bağargen’in üst tarafı orman, alt kısmı ise kavun tarlası imiş zamanında. Çoluk çocuk kavuna ve bostanlara zarar vermesin diye birileri bir peri masalı uydurmuş ve çocuklar bu bölgeye girmeye korkarlarmış. Niye mi? Bağargen’de bağırtırlar da ondan… Tabii orada tabiatın ilginç bir ekosu da var. Orada bağırın, ses hemen yankılanıyor.

Bağargen’e benzer bir yer daha var. Oraya da Çağşakaltı diyorlar. Peki Çağşakaltı’nda ne olur? Orada da çağırtırlar adamı. Yaa…Orada atasözü gibi söylenen bir söz var: Bağargen’e gitme bağırtırlar, Çağşakaltı’nda çağırtırlar. Sıkıysa git bakalım.

ANASINA “ABA” DİYECEK BABAYİĞİT VAR MI?

Kıymetli Seyfi Şahin, plaket töreninde küçük bir konuşma yaparken biz Türkçecilerin de bir yarasına parmak bastı. Aslında yara hepimizin. Eski zamanlarda anamıza “aba” derdik, nineye de “ebe” veya “bibi” derdik. Şimdi bu sözleri de unuttuk. Bilenler de kullanmıyor artık. Niye mi? Modası geçti de ondan. Modayı da bırakın, bu tür kelimeleri kullanmak artık abes. Biz, kelimelerden utanıyoruz galiba. “Ame” diyen kaç kişi kaldı acaba? Seyfi Bey, bunları anlatıyordu ve Türk halkına birilerinin pompaladığı aşağılık kompleksinden bahsediyordu.

Ben, konuyla ilgili olduğum için, ara ara eski kelimeleri hatırlatmaya çalışıyorum yazılarımda. Mesela, bugün unuttuğumuz “sıdalanmak” fiili gibi. İstiyorum ki, dil hazinemizden taşlar sökülmesin. Yeni kuşaklara anamızın atamızın dilini aktarabilelim.

Bir de Türkçe kelimeleri ayıp karşılamayı anlamıyorum. Yabancısını söyleyince problem olmayacak ama öz be öz Türkçe bir kelime hemen dışlanacak. Türkçe sözlüğü yazanlar da bunlara Türkçe ama kaba söyleyiş diyecekler. Olmaz böyle şey… Bence yabancı dillerden alınan karşılıkları kabadır. Kelimeler kaba olmaz, ona yüklenen işlev kabadır. Lütfen Türkçe kelimelere sahip çıkalım.

Benim babam annesinden bahsederken Seyfi Beyin dediği gibi “abam” derdi. Babasına da “ağa” diyordu. Ebemiz bizi “uşaklar” diye çağırırdı. Aynı Amarat’taki gibi bizim de “alençiğimiz” vardı ve rahmetli dedem ölene kadar yattı bu alençiğin damında.

Geçen gün çocukların taş attıklarını gördüm. Taşı döne döne fırlatıyorlardı. O an aklıma geldi. Taşı döne döne fırlatmanın adı “sivittirmek” değil miydi? Evet, öyle derdik. Şimdiki çocuklar bu lafı bilmiyorlar. Bu kelimeleri unutmak ne hazindir doğrusu.



YURTDIŞINDAN GELEN KARDEŞLERİMİZ DAĞI TAŞI DOLDURUYORLAR



Gerek Amarat’taki gerekse Eyim’deki pilav şenliğinde yurtdışından gelen kardeşlerimiz oldukça çoktu. Vatan özlemi ile, eş-dost akraba hasretiyle gelmişlerdi. Eyim Dernek Başkanı Yahya Yılmaz Bey de hemşehrilerini aynı çatı altına toplamanın övüncünü yaşıyordu. Köyden yetişen bir o kadar insanı övünçle sıraladı bizlere. Birçoğu da yurtdışındaydı. Ortak özellikleri de köylerini unutmamalarıydı.

Öyle ya unutmak felakettir. Neyi mi? Dinini, dilini, vatanını, bayrağını unutan insan felakete uğrar. Kaybolur gider. Böyle insanlara eskiden “nesepsiz” derlerdi. Biz nesepsiz değiliz be birader, Allah’a bin şükür… Muhammed’in ümmeti, Oğuz soylu Türk Milletindeniz. Dinimiz İslam, soyumuz Türkmen, vatanımız da Türkiye’dir. Öyle değil mi Eyimli Ozan Arif? Eyim’e yazdığın şiirde Eyim’in güzelliğini anlatırken bunları söylemeyi de unutma emi!

Yorumlar