DERSİM İSYANI MI, DERSİM KATLİAMI MI?

Bilinçli ve kasıtlı eller tarafından o kadar çok bilgi kirliliği ortaya kondu ki artık onlar amaçlarına ulaştıkları için bazı cılız sesleri duyan olur mu olmaz mı demeyeceğiz, doğruları aziz milletimizle paylaşmaya devam edeceğiz.
Lütfen bu yazdıklarımı saklayın ve dostlarınıza gönderin.
Bölgedeki isyanları bir hatırlayalım:
ALİ BATU İSYANI
11 Mayıs–18 Ağustos 1919 tarihlerinde İngilizlerin planladığı Ali Batu Ayaklanması… Tarihine dikkat buyurun, 1919 yılında tertip edilmiş olan ayaklanma dini unsurları kullandı ve padişahın emriyle isyanın çıkarıldığı haberini yaydılar. 18 Ağustos’ta isyan bastırıldı.
CEMİL ÇETO AYAKLANMASI
1920 yılı içerisinde İngilizlerin planladığı bir isyandı ve aynı gerekçeler ortaya konmuştu. İngilizler, bir kısım aşiretlere Kuva-yı Milliye’nin işi bitti, burada size bir Kürdistan kurup hediye edeceğiz demişlerdi. Bu söze aldanan aşiretler daha sonra Milli Güçlere teslim oldular.
MİLLİ AŞİRETİ AYAKLANMASI
Yunan Ordusunun başarılı olacağını ve milli kuvvetlerin yenileceğini söyleyerek bazı Kürt Aşiretlerini yanına çekmeyi başaran bir kısım hainler, bölgedeki diğer aşiretleri ve Beşinci Tümeni karşılarında görünce Suriye taraflarına kaçmak zorunda kaldılar.
KOÇGİRİ AYAKLANMASI
En tehlikeli ayaklanmalardan biri oldu. 1921 yılında Türk Ordusu bir taraftan Yunan Ordusu ile büyük bir harbe girmişken İngilizler, Yunan Ordusunun başarılı olması için isyanlar organize ediyordu. Bölgedeki aşiretlerin içinde İngilizlere kananlar olduğu gibi sonuna kadar Türk Devletine bağlılık gösterenler de oldu. Lakin, Koçgiri isyanında Zara yakınlarında 6. Süvari Alayı komutanı Binbaşı Halis Bey ve bazı subaylarımız ve askerlerimiz öldürüldü. Bu durum Yunan Cephesinde savaşması gereken birliklerimizin nasıl ikiye bölündüğünü ve bu isyan sırasında nasıl alçakça idam şehit edildiklerini göstermesi bakımından önemlidir. Kazım Karabekir'in oluşturduğu, Topal Osman komutasındaki Giresun Alayı da Nurettin Paşa'nın emrine verildi. Merkez Ordusu, 11 Nisan 1921 günü isyancıların üstüne yürüdü. Kürt aşiretleri ile Merkez Ordusu arasında büyük ve kanlı çarpışmalar oldu. Bu çarpışmalardan sonra ayaklanma 17 Haziran 1921 günü tümüyle bastırıldı.
Bu ayaklanma tarih olarak İkinci İnönü Savaşının tarihi ile aynıdır. Yani son derece planlı hareketlerle karşı karşıya kaldığımız ortada idi.
ŞEYH SAİT İSYANI
Cumhuriyet döneminde gelince; ayni Batılı tezgâh işlemeye devam etti ve ilk isyan 1925 yılında, İngilizlerle Musul meselesinin yoğun bir şekilde tartışıldığı bir dönemde başlatıldı. Musul sorunu sahip olduğu büyük petrol rezervleri nedeni ile hem genç Türk Cumhuriyeti ve hem de İngiliz İmparatorluğu için hayati önemi haiz bir bölgeydi. Hatta 30 Ekim 1918 günü Mondros Ateşkes Anlaşması imzalandığı zaman Musul Bölgesi Türklerin elinde bulunuyordu. Ancak İngiliz hükümeti bölgedeki kuvvetlere Musul’u işgal etme talimatı verince İngilizler baskı yapmağa başladılar ve Hükümetin talimatı ile oradaki kuvvetler geri çekilince, ancak 4 Kasım günü Musul işgal edilebildi. Daha sonrada orayı savunan komutan, sırf bu nedenle suçlanıp yakalandı ve Malta Adasına sürgüne gönderildi.

Musul meselesi Milletler Cemiyetinin hakemliğine bırakılınca Türkler “Musul bir Türk yurdudur ve öyle kalmalıdır” tezini savunurken İngilizler “ Musul bir Kürt yurdudur. Öyle kalmalıdır” tezini savundular. Şeyh Sait isyanı da bu nedenle İngilizlerin teşvik ve desteği ile ve İngiliz tezini savunabilme amacı ile çıkartıldı.
Mustafa Kemal Musul meselesine büyük önem veriyor ve şöyle diyordu:

“Musul bizim için çok önemlidir. Birincisi Musul’da sınırsız servet oluşturan petrol kaynakları vardır. İkincisi onun kadar önemli olan Kürtlük sorunudur. İngilizler orada bir Kürt Hükümeti kurmak istiyorlar. Bunu yaparlarsa bu düşünce bizim sınırlarımız içersinde yaşayan Kürtleri de etkiler.”

Şeyh Sait isyanı Anadolu’nun Doğusunda büyük bir bölgeye yayıldığı halde bölgenin en sorunlu kesimlerinden biri olan tarihi isyan yurdu Dersim bu isyana katılmadı. Bunun nedenini Milli Mücadele Döneminde Erzurum’dan beri Mustafa Kemalin yanında olup ona destek veren Dersim Mebusu ünlü Diyap Ağa şöyle anlatır: “Birdenbire Şeyh Sait’in isyan ettiğini duyduk. Elaziz’e gelmiş, hükümeti basmış, vallahi şaşırdık. Gökten mi indi? Yerden mi çıktı bu hain? Dedik. Bir kısmımız tepelerde bekledi, Dersime sokmadık. Herkes ne olursa odur. Bizde keçi koyun hırsızı çoktur, ama hain yoktur. Bu herif azmıştı, devlete asi oldu. Biz Cumhuriyete merbut (bağlı) insanlarız.
“1306 (1890) senesinde de İngiliz, Rus Konsoloshanesi bizi isyana teşvik etmişti. Çok para vermek istiyorlardı. Onları kovduk, paralarını almadık, hükümetimize sadık kaldık.”

Dersimlilerin, özellikle Dersim İsyanının lideri olan Seyit Rızanın neden Şeyh Sait isyanına katılmadığını anlatan ilginç bir anekdot var, onu da okurlarımızla paylaşmak isteriz:

Şeyh Sait isyanının arifesinde, bölge aşiret liderlerinin tek tek isyan ettiği günlerde, Şeyh Sait yakında başlatacağı büyük isyan hareketine Dersimlileri de katmak ister ve onların desteğini kazanmak için Seyit Rıza’yı ziyarete gelir. Aşiret reisleri kendisini büyük bir tantana ile ağırlarlar ve adet üzere kendisi için kurbanlar kesilmek için hazırlık yapılır. Seyit Rızanın adamları tam kurbanları kesmek için harekete geçerken, Şeyh Sait Dersim liderlerinden küçük bir ricada bulunur ve kurbanları kendi adamlarının kesmesini ister. Seyit Rıza hiç tepki vermeden olur tabii der ve adamlarına çekilmeleri talimatını verir. Koyunları Şeyh Sait’in adamları keser ve o gün büyük bir ziyafet verilir ve bölgenin önemli meseleleri derinliğine tartışılır.
Gün sona ererken Şeyh Sait Seyit Rızaya beklenen soruyu yani kendisine destek verip vermeyeceğini sorar. Seyit Rızanın cevabı kısa ve özdür: “Sen dün desteği adamlarına kestirdin.” Bu sözün anlamı açıktır: Şeyh Sait’in kurbanları Dersim’lilere kestirmek istememesinin nedeni onların Alevi olmasındandır. Şeyh Sait’in inancına göre Alevi bir elin kestiği et haramdır. Seyit Rıza, Alevi insanını bu derecede hakir gören bir lidere bir başka liderin yardım edemeyeceğini belirtmiştir.

Seyh Sait İsyanı’yla başlayıp (1925) Ağrı İsyanı’yla süregelen (1930) olayları üzerine hükümet, 1934 yılından itibaren Doğu’da çıkan ayaklanmaları kararlı bir biçimde çözmek üzere İskân Kanu-nu’nu çıkarmıştır. 14 Haziran 1934’te T.B.M.M.’ne sunulan İskân Yasa Tasarısı, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya tarafından açıklandı. Tasarıya göre topraksız köylüye toprak verilecekti. Bu sorun sadece bu bölgede değil, Türkiye’nin çoğu illerinde mevcuttu. Çok uzun tartışmalardan sonra yasa teklifi TBMM’de kabul edilerek yasallaştı.
1935 Kasımında Atatürk’ün gündeme getirdiği ve aynı yılın son günlerinde kabul edilen Tunceli Kanunu ile Dersim’de önemli aşamalar kaydedilmeye çalışıldı. 25 Aralık 1935 tarihinde 2884 sayılı Tunceli ilinin yönetimi hakkındaki yasa, T.B.M.M.’nde kabul edilerek, 2 Ocak 1936 tarihinde de yürürlüğe girdi. Vali ve komutan yetkilerini birleştirerek yönetim yetkilerini arttıran bu yasa ile Dersimin adı Tunceli (Tunç-eli) olarak değiştirildi ve bölgeye has bazı tedbirler planlandı.

Bu gelişmelerden rahatsız olan ve bölgede, yüzlerce yıl neredeyse fiili bir bağımsızlık içinde yaşayan aşiretçi egemen güçler tepki göstermekte gecikmediler. Bu yasanın yürürlüğe girmesinden itibaren, Tunceli’de aşiret, ağalık, şeyhlik ve seyitlik yönetiminin yıkılarak, bu tip geleneksel kurumların egemenliğine son verilmek isteniyordu.
DERSİM İSYANI
Merkezi otoritenin Tunceli’de gittikçe güç kazanması üzerine aşiretler arasında kaynaşmalar başladı. Bunlardan en önemlisi, Seyit Rıza önderliğinde yapılan hükümet karşıtı propagandadır. Bu propagandaya göre, aşiret kadınlarının namusu tehlikededir. Bunlar gündüzleri kocalarının, geceleri “karakol efradının” malı olacaktır. Hükümetin yaptırdığı karakollar yakında bu bölgeden sürülecek olan aşiretleri kontrol edebilmek içindir. Köylerdeki bütün halk bir yere toplanacak, evlerin içine tıkılacak, bu evlerin önünde birer polis bekleyecektir. Ekmek ve odun “vesikayla” verilecektir. Halkın bütün kazandığı elinden alınacaktır.
Bu propagandalar sonucu, Dersim’de Seyit Rıza’nın aşireti 21 Mart 1937 günü ayaklanarak karakol ve köy basmış, 28 Nisan 1937’de İçişleri Bakanlığı bu baskınları bir rapor biçiminde düzenlemiş ve 3 Mayıs 1937’de cezalandırma harekâtına askeri uçakların aşiret reisleri toplantıdayken yaptıkları bombalamayla başlandı. Uçaklardan birini ilk kadın savaş pilotumuz Sabiha Gökçen Hanım kullanmaktaydı. Ertesi gün Bakanlar Kurulu, Atatürk ve Fevzi Çakmak huzurunda toplanarak gizli bir karar aldı. Bu karar doğrultusunda Tunceli, Elazığ ve Bingöl’ü içeren bölgede Dördüncü Genel Müfettişlik kurulmuş ve bu göreve de General Abdullah Alpdoğan getirilmiştir.

18 Eylül 1937’de Başbakan İnönü, T.B.M.M.’nde, gelişen olayları şöyle değerlendirmektedir: “Cumhuriyetin imar ve ıslah programına muhalefet eden, nüfusları az olmakla beraber, altı aşirettir. Bugün bu altı aşiretten kışkırtıcı ve başı dönmüş ne kadar adam varsa bunlar reisleriyle birlikte etkinlik olanağından tamamen yoksun bırakılmışlardır. Altı aşiretten birinin reisi imha edilmiş ve diğer reislerin hepsi yakalanmış ve adalete teslim edilmiştir... Kanun götüren ordu ve jandarma neferlerinin ayak basmadığı yer, inmediği dere ve çıkmadığı tepe yoktur. Dersim sorununu sonunda demiryolu çözdü. Bölgenin güneyinden, kuzeyinden demiryoluna kavuşturulmasından sonra memleketin herhangi bir yerinde olacak bir asayişsizlik hareketiyle Dersim’de olacak asayişsizlik hareketinin hiç bir farkı kalmadı. Ben 1937’de Başbakanlıktan ayrılıncaya kadar Dersim doğal yaşam koşullarına kavuşturulmuştur.”
Dersimde olaylar durmamış, yeni ayaklanmalar baş göstermişti. Dördüncü Genel Müfettişliğin 6 Ocak 1938’de hazırladığı bir raporda, Dersimde o güne değin 5050 silah toplanmış ve bunun yararlı yanları da görülmeye başlanmış ve isyan Hatay Meselesinin Fransa ile yoğun bir şekilde tartışıldığı 1938 yılında sona erdirilebilmiştir. Temmuz 1938 ilk günlerine kadar Tunceli Harekâtının kayıp durumu şöyledir: İsyanla mücadele eden kuvvetler 33 şehit ve 60 yaralı, isyancılar da 163 ölü ve yaralı vermiş, 866 kişi hükümet kuvvetlerine sığınmış, bu arada 60 kadar köy de ağır hasar görmüştür.
Kaynak: Dr. M. Galip Baysan “Dersim İsyanı (1937–1938)”
Bütün bunlardan çıkan sonuçlar şunlardır:
1. Bölgede isyanların çıkarılmasındaki en önemli etken yabancı güçlerin özellikle İngiltere’nin sonra da Fransa’nın bazı askeri ve siyasi başarılara ulaşmak için bölge halkını ciddi manada kullanmasıdır. Musul’u bu isyanlar neticesinde kaybederken, Dersim İsyanı ile Hatay Meselesi arasındaki ilgi düşünülecek olursa burada daha ciddi ve tutarlı davranarak Hatay’ı kaybetmemek için çok büyük mücadele verdiğimiz aşikardır.
2. İngilizlerin, Osmanlı’yı yıkmak için kullandığı taktik nasıl ki bölgedeki Arap aşiretlerini ve bölgesel güçleri Osmanlıya karşı harekete geçirmek şeklinde olduysa Milli Mücadele yıllarında da bazı Kürt aşiretlerinin ciddi bir şekilde kullanıldığı görüldü.
3. Bu bölgedeki isyanlar asla toplu bir Kürt ayaklanması gibi değerlendirilmedi. Çünkü, Dersim ayaklanması dahil birçok ayaklanmanın bastırılmasında bölgedeki diğer aşiretler, isyancıların karşısında yer aldı veya Türk Ordusu ile birlikte isyanların bastırılmasını sağladı.
4. Tarihe Dersim isyanı olarak geçen ayaklanmaya “Dersim Katliamı” demek büyük bir aymazlıktır. Hiç kimsenin böyle bir şeyi söylemeye hakkı ve yetkisi yoktur.
5. Dersim Katliamı diyenlerin 100 bin kişinin öldürüldüğü yalanını söyleyenlerin tezine destek verdiklerinin farkında mıdırlar, bilemiyorum. İsyanla mücadele eden kuvvetler 33 şehit ve 60 yaralı, isyancılar da 163 ölü ve yaralı vermiş, 866 kişi hükümet kuvvetlerine sığınmış, bu arada 60 kadar köy de ağır hasar görmüştür.
6 Ağustos 1938’de Bakanlar Kurulu’nun aldığı bir kararla Tunceli halkından ve yasak bölgelerin içinden ve dışından 7.000 kişinin batı illerinde iskânına, yasak bölge dışında bulunan, ancak yerlerinde bırakılması uygun olmayan aşiret başkanları, kolbaşıları, seyit ve şeyhlerle bunların aile ve yakınlarının da batıya nakle tabi tutulmaları kabul edildi.
Bu Zorunlu Göç ve isyanı bastırma harekâtı, tıpkı “Ermeni Soykırım iddialarında” olduğu gibi Kürt milliyetçilerince 100.000 kişinin yok edildiği gibi çok abartılı rakamlar öne sürülerek bir “soykırım” olarak tanıtılmak istenmektedir. Oysa Dersim isyanı da incelememizde açıkça görüldüğü şekilde, daha önce İngilizlerin Musul meselesinin tartışıldığı dönemde çıkarttığı isyanlar gibi, Fransızların Hatay meselesini etkilemek için çıkarttığı, geniş çaplı bölgesel isyanlardan biridir. Tabii ki İsyanın bastırılmasında bölge halkının büyük yardımları olmuştur.
6. Mustafa Kemal Atatürk’ün bu olayları değerlendirme biçimi de bizim için son derece önemlidir. Bakınız Atatürk’ün Dersimlilere hitabı şöyledir: “Hatasız kul olmaz. Birkaç kişinin hata yapmasıyla bu hataya uzaktan yakından ortak olmamışları bir tutamayız. Sizler bizim kanımızdansınız, bizim insanlarımızsınız, bu toprakların insanlarısınız. Geçmişteki ufak tefek hataları unutmaya, kin beslememeye, kardeşliğimizi sürdürmeye zorunluyuz. Ben Dersimlilerin... Nasıl temiz, nasıl asil duygulu, nasıl vatanperver olduklarını yakinen bilirim. Sizlerin böyle hareketlere asla katılmamış olduğunuzdan da haberim var. ... Biz bir milletiz, bundan başka gidecek Türkiye’miz yok. Bunu bilir, bunu anlarsak, bizi ne içerden ne de dışarıdan kimse yıkamaz.”
7. Eğer konuyu çok iyi bilmiyorlarsa öğrenmeleri açısından ifade ediyorum. Bilimsel çalışmalara zerre kadar itimatları varsa, bizim derlediğimiz çalışmalar da dahil olmak üzere Türk Halk Edebiyatı metinlerinde “Dersim Olayları” bir isyan olarak anlatılır ve oradaki silahlı çatışmalar konu edilir. Eğer orada bir çatışma, isyan olmasaydı, Türk Askeri daha sonradan o bölgeden 5 bin silah toplamıştır. Bunu nasıl izah etmek mümkün olacaktır? Erciyes Dergisinde Ekim 1987’de çıkan 118. sayıda bir yazı kaleme almıştım. Bu yazıda Muğla yöresinden derlenen ve Ahmet Caferoğlu’nun neşrettiği “Mehmet Çavuş ile Kürtoğlu” isimli manzum parça ile Bünyan yöresinden benim derlediğim ve aynı adı taşıyan manzum parçayı karşılaştırmıştım. Birbiriyle savaşan iki insanın karşılıklı atışması şeklinde olan ve Bünyan’dan Feride Beytür’den derlediğim parça şöyledir:
Mehmet Çavuş:
Kaçmayın Kürtler kaçmayın sizi tutarım
Tutarım da sizi tersaneye atarım
Silahlarınızı yad ele satarım
Gelin teslim olun dağların Kürdü
Kürdoğlu:
Kürdoğlu da der ki teslim olamam
Eliminen tersaneye giremem
Gafil durup martinimi veremem
Gıyarım canına geç Mehmet Çavuş
Mehmet Çavuş:
Mehmet Çavuş da der ki yüreğim çatal
Uçan kuş olsan da kıratım tutar
Fişeğim belimde tam yedi katar
Gelin teslim olun dağların Kürdü
Kürdoğlu:
Kürdoğlu da der ki yiğitlik gadim
Dersim dağlarında söylenir adım
Senin gibi çavuşların çoğunu yedim
Gıyarım canına geç Mehmet Çavuş
Mehmet Çavuş:
Çatın arkadaşlar atları çatın
Kurşun bizi tutuyor sipere yatın
Kürdoğlu kaçıyor durmayın atın
Gelin teslim olun dağların Kürdü
Kürdoğlu:
Kürdoğlu der ki ettiğim hata
İşte gördün mü bindirdin ata
Her zaman boşa atardım bu sefer ete
Gıyarım canına geç Mehmet Çavuş
Mehmet Çavuş:
Vuruldum arkadaşlar akıyor akım
Kıratın üstünde çıkıyor canım
Yolumu bekliyor Zahide Hanım
Gader böyleymiş der Mehmet Çavuş
Kürdoğlu:
Aslımı sorarsan Dersim’in Kürdü
Vatanı sorarsan döndüncü ordu
Sana bu yiğitliği Allah mı verdi?
İşte kıydım canına geç Mehmet Çavuş

Şimdi soruyorum. Bu şiirin neresinde bir katliam izi buldunuz? Tam tersine, Türk Ordusunda görevli Mehmet Çavuş ile isyancılardan biri karşılıklı söyleşiyorlar. Söyleşi yaptıkları savaşın da ayrıntısını bir bir veriyor ve sonuçta Mehmet Çavuş şehit oluyor ve şiir mertçe bir havada gayet açık bir dille her şeyi anlatıyor.
Lakin bugün aynı mertlik sergilenmiyor. Ermeni soykırımının yanına bir de Kürt Soykırımı icat etmeye çalışanlar, büyük bir tahrifata girişerek isyanın adını, katliama ve daha sonra da soykırıma vardırıyorlar. Ben onlara kızmıyorum, sadece bu tezgahı gördüğü halde menfaatleri gereği bu densizlere alkış tutanlara şaşıyorum.
İşte tarihimiz ortada, işte halk edebiyatımız ortada… Her şeyi bütün ayrıntıları ile takip edecek kadar belgeye ve halk edebiyatı metnine sahibiz.
Zulmü alkışlayamam, zalimi asla övemem
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem
Diyenler acep bugün ne değişti de isyancıları ve Batının tutmaları olan satılmışları
ellerini kızartacak kadar alkışlıyorlar ve bu da yetmezmiş gibi katliamdan bahsedebiliyorlar. Gerçekten ne kara günlerdeyiz.

Yorumlar