1055 Yılında Bağdat'ta bir Ramazan...


Miladi 1055 yılına karşılık olan Hicret yılının Ramazan ayındayız. Güzel bir kış mevsimi... İslam aleminin kutsal ayı bu defa kasım-aralık aylarına isabet etmiş. Müslüman dünyasının manevi başşehri Bağdat’ta büyük heyecan, huzur ve sevinç var. Zira büyük Türk hakanlığı orduları şehrin yakınlarında ordugah kurmuş. Nasıl oldu bu iş?
Büyük Türk hakanlığının resmen İslam dinini kabul etmesinin üzerinden yüz yirmi dokuz yıl geçmişti. Şimdi büyük Türk hakanlığı tahtında Selçuklular bulunuyordu. 15 yıl önce bu makamı Karahanlılardan devralmışlardı. Selçuklulardan ilk büyük Türk Hakanı Tuğrul Bey, Karahanlıların yapamadıklarını yapmış, Horasan ülkesini ele geçirmiş, Türkistan’dan başka İran ve Irak’a hakim olmuş, Anadolu kapılarına dayanmış, Bizans’la komşu olmuştu. Şimdi, Bağdat dışındaki ordugahında, dünyanın birinci ordusunun saflarında, Ramazan ibadetini eda ediyordu. Yanında ağabeyi Çağrı Bey’in yirmi yedi yaşındaki oğlu da vardı. Tuğrul Bey’in veliahtı idi. Adı Alparslan’dı. Bu ramazan Alparslan için çifte sevinç kaynağı idi. Zira dört ay önce bir oğlu olmuş, oğlunun adını Melikşah koymuştu.
Tuğrul Bey, Bağdat’a girmek için halifenin iznini bekliyordu. Bu bir saygı izni idi. Zira cebren ve kahren halifenin şehrine girmek için değil. İslam dininin lideri ve başı olan Halife Kaim’in otoritesini bütün Müslüman dünyasına kabul ettirmek için gelmişti. Yeryüzünün en kudretli hükümdarı olarak önce kendisi bu otoriteye baş eğmeliydi ki, maksat hasıl olsun. Halife, bizzat Tuğrul Bey’i davet etmişti. 54 yaşında, on sekiz yıldan beri Bağdat tahtında oturan bir zat idi. Ama, on sekiz bedbaht yıl. Zira Türkler, İslam’ın kalbine ordugah kurdukları an, İslam birliğinin felaketli bir dönemiydi. İslam, hiçbir zaman bu derecede parçalanmamış, Araplar, İslam dinini savunmakta hiç bu derece acze düşmemişlerdi. Hazret-i Peygamberin geleceklerini müjdelediği yeni bir kavme olan ihtiyaç, apaçık ortaya çıkmıştı.
Kahire’de bir Şii Fatımi halifesi vardı ki, İslam birliğini paramparça etmişti. İran ve Irak’tan Tuğrul Bey tarafından kovulan Büveyhiler, İranlı Şii bir hanedandı. Bağdat’taki Sünni halifeyi kukla haline getirmişlerdi. Kalben Fatımilere bağlı idiler. Büveyhiler, halifeleri azlediyor, katlediyorlardı. Yalnız Cuma hutbesinden Abbasi halifesinin adını kaldıramıyor, Sünni Müslüman aleminin tepkisinden korkuyorlardı. Gazneli Sultan Mahmut, “eylemci” metotlarla çalışan Şiileri tenkil etmiş ama bu büyük Türk cihangiri daha çok Hindistan’ı fethetmekle uğraşmış, yirmi beş yıl önce de ölmüş, halife hazretleri, himayesiz kalmıştı. Halbuki, İslam aleminin yapısı Sünni telakkiler üzerine kurulmuştu. Şimdi bu yapı dağılmak tehlikesindeydi. Bütün Yakın Doğu, Türkleri dört gözle bekler olmuştu.
Ramazanın 21. Günü Halife Kaim, Bağdat’ta Tuğrul Bey adına hutbe okuttu. (15 Aralık 1055 Cuma) Türk ve İslam tarihinin en büyük hadiselerinden biridir. Bu suretle halife, ilk defa olarak dünya saltanatından feragat ediyor, bu saltanatı Türklere bırakıyordu. Türk hakanının himayesinde olarak İslam aleminin liderliğini kabul ediyordu. Bütün Sünni Müslüman aleminde, kendi adının yanında Türk hakanının adının da hutbelerde anılmasını resmen emrederek, bu fiili duruma hukukilik kazandırıyordu.
On gün sonra Tuğrul Bey, Bağdat’a girdi. Bağdat’ta bile Şii Fatımilerin adına hutbe okutmak derecesinde cüret gösteren halifenin zoraki veziri Arslan Besasiri, Tuğrul Bey tarafından tutuklattırılıp hapse attırıldı. Türkler, İslam aleminde büyük bir Sünni topluluk olarak yerlerini aldılar.
Huzur içinde geçirilen bir ramazanda Bağdat’ta büyük sevinç vardı ve ardından görkemli bir bayram.

Yorumlar