Kahvaltı

Kahvaltı, hafifsenecek bir konuya benzemiyor. Bugünkü kahvaltılara baktığınızda işin ciddiyeti pek anlaşılmıyor ama şöyle çok fazla değil, 30 yıl kırk yıl öncesinde bile kahvaltı ne kadar önemliydi.
Hacı Kadın Ana, kuşluk vakti kalkmış olmalı tandırı yakmak için. Çalı çırpıyla alevlendirmiş tezekleri. Sonra tandır harını iyice alınca, oklavasıyla başlamış hamur açmaya. Bir tarafa öbek öbek tandır ekmeklerini dizmiş, diğer tarafta şebitler dizilmiş ki uzun uzun. Hacı Kadın Ana’nın bir de marifeti var. Sabah döller uyanınca sıcak sıcak yesinler diye, şebitlerin arasına kıyma koymuş, bazılarına da peynir.
Torunlar uyandıkları zaman burunlarına güzel bir koku geliyor. Belki de bu koku onları uyandırıyor olmalı. Doğruca sekiye koşuyorlar. Sekide yetmişini çoktan geçmiş Türkmen anası, usta bir sanatkar gibi el emeği ekmeklerini dizmiş. Bu öyle bir el ki, torunları için, çocukları için her gün bir başka maharet sergiliyor.
Birkaç gün sonra tandır ekmeği ve şebitler bitince, bu sefer bazlama açacak, belki bir süre sonra dağ gibi yufka yığacak tandırın başında. Kimi gün gözleme yapacak, kimi gün de bişi pişirecek. Siz hiç böyle bir sofraya oturmanın keyfini kaçırır mısınız?
Gelinler de uyandı, herifler kalkmadan bu güzel ekmek kokusunun yanına bir şeyler yapmak gerek deyip kolları sıvıyorlar. Herkesten önce kalkıp ekmeği pişiren Hacı Kadın Ana, kendisinden sonra kalkan gelinlerine mağrur bir bakış fırlatıyor. Bizim gelinliğimizde böyle miydi ya… Gelinler, büyük anneden sonra kalkacaklar, salına salına tandırın başına gelecekler, olacak iş mi?
Horanta kalabalık hemen evin önündeki bahçede asmanın altına sofra kuruluyor. Kocaman bir sini ki etrafına on – on beş kişi sığıyor. Büyük gelin diğerlerinden daha şahbaz, hemen türlü türlü peynir çıkarmış. Basma peynir, salamura, çökelik, teleme ne bulduysa sahanlara koyup getirmiş. Ortanca gelin tatlıları çok sever, o yüzden etine dolgundur hep. O da kayısıdan, erikten, vişneden kaysı yapmış. Onun da eli uzdur ha… Doğada ne bulsa ya marmeladını yapar, ya kurutur kışın içer, ya da ezip yemeğini yapar. O yüzden doğadaki kuşburnu, ısırgan otu, madımak, yemlik dahil bütün otlar ondan sorulur. Pekmezi, balı eksik olmaz gelinin. Hele bazen tahin ile pekmezi, bazen de yoğurt ile pekmezi birbirine karıştırır ki, çocuklar dudaklarını dahi yalarlar bu karışımı yerken. Küçük gelin ise, çok çalışkan değildir. Alımlı ya güzel ya, o az iş yapar ama yaptığı işi herkes beğenir nedense… O da tandırın başına geçmiş, tandırın son ateşinde isteyene yumurtayı hafif kaynatıp “ılfıdın” yapmış, dileyene de berk. Tereyağında da sucuğu hafif hafif kokutmuş ki, sucuğun kokusu bırak evi bütün mahalleyi sarmış. Orçum gelin sucuğun yanına da Hacı Kadın Ananın kuruttuğu pastırmadan dilmiş de koymuş. Büyük küçük sanki sofrada bir şey yok gibi sucuğa pastırmaya doğru hamle yapıp küçük gelini öve öve bitiremiyorlar. Öteki gelinler biraz yeriniyor amma kendi dölleri bile bu küçük geline sarım sarım sarıldıklarına göre, yapacak da pek bir şey yok gibi.
Dede Hacı Salih ile oğlu Hüseyin diğerleri gibi aceleci değiller. Çocuklar hemencecik yeyip sofradan kalkarken bu iki ağır adam kahvaltıyı da ağırdan alıyorlar. Biraz tereyağı, biraz yoğurt, biraz zeytin, biraz marmelat, biraz da büyük ananın şebitleri deyip duraksıyorlar. Çünkü, daha evin küçük anası mutfaktan çıkmadı. Belli ki, büyükler için bir şeyler pişiyor. İşte o da göründü. Salına salına o da sofraya elindeki küçük tencereyle yaklaşıp gururla kapağını açıyor. Bu bir sızgıt… Eti, bahçe domatesiyle, biberiyle kavurmuş, içine de birazcık don yağı katmış ki elden ağza varmıyor, eriyor. Büyükler, bu ikramdan memnun, çünkü onlara has yapılmış gibi bir havada sofraya konuyor da ondan.
Tam o sırada Çoban Hasan, avluya giriyor. Hemen Hasan’ı buyup edip sofraya çağırıyorlar. Hasan görgülü çocuk, hemen haftın başına varıp tulumbaya sertçe birkaç kez basıyor. Buz gibi suyla elini yüzünü yuyup doğruca ağaların sofrasına bağdaş kuruyor. Hasan, ağaların gözünün içine baka baka sıyırıyor kapları. Ağalar da bu delişmen oğlanın sofrayı temizleyişine hayran hayran bakıyorlar. Hacı Kadın Ana, Hasan’ın heybesini açıp dağarcığına pişirdiği ekmeklerden koyuyor, yanına çökelik sarıyor, çaman dürüyor. Hasan’ın bin bir duası ile sofranın bereketlendiği açık. Erkekler, hop deyip ayaklandıklarında büyüklerin yanında yalandan yalandan yiyen gelinler sofranın keyfini sürmeye başlıyorlar. Kimi tandırdaki çaydan, kimi çocukların bitiremediği ayrandan içerken, büyük anne ve küçük anne, gilabolu düşkünü olduklarından salamura edilmiş gilaboluyu sıkıp içiyorlar. Bunun ekşimsi tadı onların hoşuna gidiyor.
Bu sadece bir öğünlük ev kahvaltısının yarım yamalak bir hikayesi, ya tarlada, bağda bahçede yenen kahvaltılar. Ya konu komşuyla birlikte yenen ve adına “felfele” ya da “dazdaz” denen ortak kahvaltı sofraları… Yani bu kahvaltı işi, bugünkülere hiç benzemiyor. Bugünkü kahvaltılar, şimdiki çocukların oyundan yorulup geldiklerine analarının ellerine tutuşturdukları “atıştırmalık”lara benziyor.

Yorumlar