Bu ne biçim töreymiş?

Çocukluğumuzdan beri ağıtlarla büyüdük. O ağıtlar ki ne türlüdür bilir misiniz? Acının her çeşidi ağıtlarda yer alır. Biz, ağıtların geçmiş zamanın hikayeleri olmadığını da gördük. Aklımız erdi ereli, zaman bize en acımasız yönlerini bir bir gösterdi. Töre sahibi bir toplum olarak ne kadar iyi yönlerimiz varsa, bir o kadar da “adı batasıca, yok olasıca” törelerimiz olduğunu da gördük. Töre cinayetleri, onun bir parçası olan namus cinayetleri beraberinde açıklanan – açıklanamayan birçok intiharları gördük.
Acaba bizim gerçekten böyle bir töremiz var mıdır? Ya da biz böyle bir töreyi nasıl icat ettik? Dinimiz, bir insanı öldürmenin bütün insanlığı öldürmekle eşdeğer olduğunu söylüyor. Demek ki buradaki töre, dinden kaynağını almıyor. Ayrıca bu bir töreyse, toplumun büyük bir bölümü tarafından benimsenmiş olması gerekiyordu; ama toplumun büyük bir bölümü bunu kabul etmiyor. Öyleyse aslında buna töre de denemez.
Öyleyse biz neyle karşı karşıyayız? Neden acılarımız ve ağıtlarımız bitmek bilmiyor?
Hani bazen rastladığımız, bir kişinin cinnet geçirmesi sonucu yaşadığımız bir felaket de değil. Bir aile meclisi oturuyor ve bir karar alıyor. Ne kararı bu? Cinayet kararı… İçlerinden birini seçip onu adaletin pençesine bırakıp diğerlerini hafif cezalarla kurtarıyorlar ve sonra da hapisteki adama bakıyorlar. Hapse girecek kurban da genellikle yaşı küçük insanlardan seçiliyor. İşte “töre” diye bize yutturulmaya çalışılan şey budur.
Aslında ortadaki acı tablo, yazılı hukukun üstüne çıkmış bir sözlü hukukun, birilerinin kulağına üflenmiş olmasıdır. Hele eğitim durumu düşük, kültürel ve sosyal olguları, dini bilgileri son derece eksik ve yanlış insanların geliştirdikleri “sözlü hukuka” töre demiş çıkmışız. Bizim böyle bir töremiz olmaz, olmamalıdır.
Bir ailenin fertleri oturup ölüm kararı alamazlar. Çünkü, onlar eğer Müslüman iseler ilahi buyruğun hükmü önünde boyunları kıldan ince durmalıydılar:
"Allah´ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın." (İsra: 17/33)
"Kim bir mü´mi­ni kasten öldürürse, onun cezası sürekli kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lanet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamış­tır. " (Nisa: 4/93)
Şimdi o anneye, o babaya, o kardeşe, o akrabaya sormak lazımdır; bir insanın öldürülmesine hangi yetkiyle karar verdiniz? Kendi yavrunuzu, kızınızı, oğlunuzu ölüme ya da intihara nasıl ve ne hakla gönderdiniz ya da onun ölümüne nasıl sessiz kaldınız, boynunuzu büküp de adına töre deyip çıktınız? Sizin töre dediğiniz “sözlü hukukunuz”, dininizden daha önde mi gelir? Yazılı hukuku hiçe saydığınızı biliyorum ve tekraren soruyorum, siz Müslümansanız, bir başka Müslüman’ın ölümüne nasıl karar verebiliyorsunuz? Söyleyin şimdi, siz böyle bir iş yaparak zalimlerden olmuyor musunuz? Oluyorsunuz, hem de Alemlerin Rabbi sizi lanetliyor.
O yüzden sizin bu gönül rahatlığınız boşunadır ve çamaşır yıkar gibi temizlediğinizi düşündüğünüz namuslarınız, namussuzluğunuzun tescili oluyor. Rabbin önünde eğilmeyen sizler, “töre” diye uydurduğunuz lanetli hukukunuzun önünde eğilin bakalım. Yüzlerce yıldır bu toprakları böyle lanetli bir işle kan gölüne çevirdiniz. Artık sabrımız çatladı, sizlerin karşısında fikrimiz, ferasetimiz, ilmimiz, ahlakımız durdu.
Bu çağda, bu zamanda çoğunluk aydınlamaya devam ederken bizleri Arapların cahiliye dönemine götürmeye kimsenin hakkı yoktur.
Biz çocuklarını, eşlerini öldüren, onlara iftira atan, fitneye boyun eğen, gıybete iman eden zihniyeti ve kafaları reddediyoruz.
Biz aşiretiz, biz cemaatiz, biz şu mezhebiz, biz bu meşrebiz diyerek kimse Rabbin huzurunda arınacağını sanmasın.
“Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil”
diyen ve “Yaratılanı severiz Yaradan’dan ötürü” felsefesiyle bütün insanlığa sevgisini sunmuş, “ne olursan ol gel” diyerek bütün insanlığa sesini duyurmuş Yunus Emrelerin, Mevlanaların, Hacı Bektaşların yaşadığı topraklarda bu nasipsizliğe, bu kurumuşluğa, bu sığlığa, bu cahilliğe yanıyorum. Yazık, çok yazık…

Yorumlar