‘Mahalle baskısı’ Şerif Mardin’in züppeliğinden başka bir şey değil

Buket Aşçı

Solun gür sesli şairiydi İsmet Özel...
1970’lerin ortasında ön safhasında yer aldığı bu ideolojiyi bırakarak İslami kesime geçti. Ama klasik bir İslamcı da olmadı ya da İslamcılar onu öyle algılamadı. Cemal Süreya’nın deyimiyle “Ondan solcular vazgeçemedi, sağcılar da bir türlü tam sahiplenemedi.” Ama kimliği ne olursa olsun Türkçe’nin en büyük şairlerinden, düşünce dünyasının nev-i şahsına münhasır seslerinden oldu. Her sesi ve sözüyle yankı uyandırmayı bilen...
Türkiye büyük bir gerilim yaşıyor. Kafalar karışık. Siz Türkiye’nin durumunu nasıl yorumluyorsunuz?
13. yüzyılda birileri, Küçük Asya için burası bizim vatanımız diye tutturunca dünya bir Türk problemi ile yüz yüze geldi. Daha önce böyle bir problem yoktu. Üstelik Türkler burayı vatan yapmakla yetinmedi, İstanbul’u fethetti. Viyana’ya kadar giderek Avrupalıları iklim ve toprak bakımından elverişsiz bir alana hapsetti. I. Dünya Savaşı’nda ise Avrupa medeniyeti, birçok pürüzle beraber Türk pürüzünü de yok etmek istedi. Türkiye’nin bugünkü durumu bununla sıkı sıkıya bağlıdır. Çünkü I. Dünya Savaşı’nın sonunda tasfiye edilen diğer güçler, (Almanya, Rusya) bir şekilde dünya mekanizmasının işleyişini kolaylaştıran parçaları haline geldi. Türkiye ise şu veya bu sebepten gelmedi, gelemedi. Yani Türkiye dünya mekanizmanın daha iyi çalışması için bir şey yapmıyor.
Yani Türkiye dünyaya entegre olamıyor.
Olamaz. Çünkü Osmanlı Devleti yıkıldıktan sonra yerine geçmesi istenen, T.C. Devleti değildi; bu toprakların Yunanlılar, Ermeniler ve Kürtler tarafından paylaşılması normaldi. O zaman bu topraklar dünyaya entegre olabilirdi. 1923’ten beri de bunun tersi için çalışıldı. Bugün bu sürecin sonundayız. Türkiye’nin ortadan kalkması halinde banka hesapları kabaracak insanlar üretildi. Ya da “Başka çare yok, kendimi kurtarmazsam kimseyi kurtaramam” diyen... Sonunda ne oldu? Birkaç sene önce Deniz Kuvvetleri Komutanı’nın oğlu Çanakkale ile ilgili bir film çekti ve biz Anzaklara ağladık. Bugün biri “Ben Türk olduğum için bu memleketin asıl unsuruyum” dese, belki savcı değil ama onun yerini tutan tüm sosyal kurumlar o kişiyi cezalandırır. Mesela “Türkiye ortadan kalkacakmış, kötü mü Kürdistan kurulacak” deniyor... Oysa Türkiye’de ulaşılmaya değer ve ulaşıldıktan sonra gücü tükenmeyecek bir cevher vardır. Bu Türkiye’de yaşayanlardan çok ABD’lilerin bildiği bir şeydir.
Bergson çevirsinler de görelim Kürtçe nasıl bir dilmiş!Nedir bu Amerikalıların bildiği cevher?
Bu cevher Müslümanlık değil İslam’dır. Kelime oyunu yaptığımı sanmayın... Müslümanlıkta, göze görünürlülük vardır. Dışarıdan teşhis edebilirsiniz ama İslam daha içkindir. Mesela neden Kürtçe mevlit okunuyor da Kürtçe Bergson basmıyorlar? Bassınlar da görelim, Kürtçe nasıl bir dilmiş! Mevlit okuyorlar çünkü bu toprakların cevherinin gücünden istifade etmenin yolunu arıyorlar.
T.C. vatandaşları bu duruma neden müdahale etmiyor?
Türkiye’de insanlar “Hayatta kalayım, yeter” durumuna düşürüldü. Zenginler, “Aman yarabbi, taşlar oynarsa halim ne olur”, fakirlerse “Taşlar oynarsa hepsi başıma düşer” halinde. O yüzden insanlar, istemedikleri şeylere “evet”, istediklerine de “hayır” diyen bir durumda. Eşcinsel hakları hiç kimsenin derdi olmadığı halde, insanlar bu konuda fikir beyan etme durumunda kalıyor.
Şerif Mardin, Nurcuları arkasına aldı
Yani Şerif Mardin’in “mahalle baskısı” olarak tanımladığı durumu daha farklı mı okumalıyız?
‘Mahalle baskısı’, Şerif Mardin’in züppeliğinden başka bir şey değil.
Neden?
Şerif Mardin, aslında bunu “tutarsa” diyerek kullandı ve tutturabildiğine tutturdu. Türkiye’de “mahalle baskısı” yerine, doğrudan doğruya “dünya sisteminin talimatları” vardır. İnsanlar, “Kulağıma küpe takmazsam, beni bu bardan içeri almazlar” fikrini taşıyor... Oysa tüm bunlar doğrudan dünya sisteminin talimatları... Şerif Mardin ise hedef gösteriyor, “Daha yumruklanacak insan var” diyor.
Kim o insanlar?
Mahalle baskısı yaptığı söylenenler. “Bunlar mahalle baskısı yapıyor. Onları tasfiye edeceksin” diyor...
Dünya sisteminin merkezinden kastınız...
Wall Street.
O zaman Şerif Mardin neden mahalle baskısı ile İslami kesimi hedef göstersin?
Onlar, o işi halletti. Şerif Mardin, Nurcuları arkasına aldı ve onlar o işi halletti.
Nasıl yani?
Şerif Mardin’in Nurcular hakkında yazdığı bir kitap vardır. Türkiye’de de onların korktuğu bir İslami tehlike yok. Bu yüzden tabir ona uygun seçilmiştir... Aksi, söz konusu olsaydı “imam baskısı” denirdi ama denmiyor.
İmam baskısı ile mahalle baskısı arasındaki fark nedir?
Türkiye’de sosyal bir hassasiyet varmış izlenimi yaratarak “Mahalle baskısı var” dendi. Oysa dini tavırların daha büyük bir alanı işgal etme ihtimali olsaydı “yobaz” ya da “imam baskısı” denirdi. Mahalle baskısı ile ise görülen şey kimliksizleştirildi. Diyelim ki insanlar birden futbolla ilgilenmeyi reddetsin, bunun politik bir tavra dönüşmesini engellemek için hemen buna bir isim bulunur.
Ama size göre artan bir dindarlık da yok?
Yok. Ama bir bilgi kirliliği yaratılıyor. Aksi halde “yobaz baskısı” denirdi. 1960’lı yıllarda Çetin Altan “komprador” diye bir kelime kullandı ve bu bir kavrayış yarattı. Daha sonra “köşeyi dönme” kavramı çıktı. Aslında aynı şey... Ama insanlar köşeyi dönmek ister ama komprador olarak tanımlanmak istemez. Aynı şey mahalle baskısı için de geçerli, kimse “yobaz” olarak tanımlanmak istemez.
Ergenekon davasından maksat dostlar alışverişte görsün
Ergenekon Davası ile faili meçhul cinayetlerin açığa çıkarılacağı söyleniyor, ne dersiniz?
Bu iş, beceriksizce yazılmış, beceriksizce sahnelenen bir tiyatro eseri. Seyirciler de içeri bilet alıp girmemiş... Yoldan toplanmışlar. Şayet, intihar eden kişilerin sorgulanmaları devam etseydi bir şey çıkabilirdi. O yüzden bu Ergenekon’dan hiçbir şey çıkmayacak. Çünkü kendisi yok.
Neden olmayan bir şey var gibi gösteriliyor?
Maksat dostlar alışverişte görsün. Bu toplumu uyutmak için dünya kadar laf söylendi. Bunlardan biri de derin devlettir. Türkiye’de derin devlet diye bir şey yok. Çünkü devletin hiçbir şeyi derin değil, son derece yüzeysel. Ama bu davayla birileri şöyle diyecek: AKP ne yaptı? Gördüğün gibi derin devleti tasfiye etti.
Nazım Hikmet’in vatandaşlığa kabulü de buna dahil mi?
Tabii. Çetin Altan’a ödül verilmesi de. Yani dostlar alışverişte görsün. Kim bu dostlar? Bütün alıklar!
TRT Şeş?
İzlenmesin diye yapıldı. Sizce kaç kişi izliyor? 1970’li yılların sonlarında Türkiye’de Kürtçü dergiler çıkardı. Bunların Kürtçe yayınlananları satmazdı ama Türkçe yayınlanan Kürtçe dergiler satardı. İnsanlar niye TRT Şeş’i seyretsin? Bir kere o kanalda, “Dur şunu kaçırmayayım” denilecek hangi program var? En fazla Kürtçe’den başka dil bilmeyen, okula gitmeyen Kürt çocukları çizgi film seyrediyordur, o kadar!
Nobel’i Orhan Pamuk’a vermeden önce bir uzmana danışsalardı.İsveç İlimler Akademisi Türk romanı hakkında ne bilir? Bir şey biliyor olsaydı, Orhan Pamuk’a Nobel ödülü verilmezdi. Türk romanının neresinde bu adam diye bir öğrenirlerdi. Bir uzmana sorarlardı. Türk romanı diye bir şey var mı?
Halid Ziya ne yapmış, Peyami Safa ne yapmış, Fakir Baykurt ne yapmış, bunlar göz önüne alınır ve bu yapılanların neresinde duruyor bu adam diye merak edilir, ona göre karara varılırdı.Baş örtüsü yasaklanmasaydı başı açık her kadına şüpheyle bakılacaktı.Kadınlar, (modern kadınlar) artan muhafazakârlaşma karşısında “Korkuyoruz” derken samimi değil mi? Değil. Üniversitelere baş örtüsü yasağı getirilmeden önce “Korkuyoruz” deselerdi gerçekçi ve samimiler derdim. Bu saatte neden korkuyorlar, anlamadım. Bu yasak geldi çünkü aksi halde sokakta başı açık gezen her kadın şüpheli görülecekti. “Baş örtüsü yasak değil, senin niye başın açık” diye sorulacaktı. Dinsiz misin, Hıristiyan mısın? Kadınlar o zaman “Buna bir çare bulun, korkuyoruz” deseydi samimi olurlardı.
Yani kadınlar artık rahatlayabilir?
Tabii ki. Başını açmak rahatlık olduğuna göre...
Bazılarına göre de tam tersi. İşte araştırmalar yayımlanıyor, Anadolu muhafazakârlaşıyor...
Etmeyin, eylemeyin... Benim iki kızım başörtülü. Bir tek alanda kendilerini rahat hissettiklerine şahit olmadım. Başı örtülü kadınların arasında bile. Çünkü onlar hakikaten Müslüman kızlar oldukları için örtülü. Baş örtüsünün rahatlık getirdiği hiçbir alan yok Türkiye’de. Mesela kızım Bike, piyano öğretmeninin konserini izlemek için Galatasaray Üniversitesi’ne girmek istedi, kapıdan döndü geldi, almadılar. Oysa kendisi de piyano çalıyor.
Buna rağmen “Baş örtüsü demokratik hak değildir” diyorsunuz?
Evet, örtünmek demokratik bir hak değildir, dini vecibedir. Bu sadece kadınlara da mahsus değildir. Setri avret dediğimiz şey erkeklerde de vardır. Ama bugün pek çok AKP’linin eşinin tesettüre riayet ettiği kanaatinde değilim. Çünkü beden hatları belli... Oysa kadınlar cinsel obje olmama kaydıyla tesettüre riayet eder. O yüzden, ayette, örtülerini süslerini göstermeyecek şekilde uzatsınlar denir. Göğüslerin, kadınların süsleri olduğu kabul edilerek... Cinsel uyarı, insanların saçlarından olmaz.
O zaman bu sorun ne olacak? Yasak sürdüğü sürece sizin kızınız okulun kapısında kalacak. Serbest kalırsa da “Kadınları sokakta durdururlar” diyorsunuz. Orta yolu yok mu?
Baş örtüsü meselesi, siyasal İslam’ın iktidarı ele geçirebilmek için kışkırttığı bir şeydir. Yoksa Cumhuriyet rejimi baş örtüsü meselesini başı açıklar lehine halletmişti. Ankara Gazi Lisesi’nde okurken (1961) biyoloji öğretmenimin kapıda başını açıp okula öyle girdiğini ben 1999’da öğrendim. Sonra 12 Eylül’e birlikte, YÖK’ün tahriki geldi. Baş örtüsü sağın bir parçası olarak görüldü. Ama zamanla bu sosyal bir mahiyet kazandı, normal yaşayanlar da örtünür oldu. Yani bu kadar artacağı kestirilemedi. Bugün ise bu işi ayarlayanlar, bu sorunu yine kendi yararlarına sevk ediyorlar. Mesela “tesettürlü kasiyer aranıyor” ilanları vardır. Tabii tam tersini talep edenler de var. Yani bugün gelinen noktada başı açık kadın da kapalı kadın da kaybetti.
Peki, “Kızlar türban sayesinde babaları tarafından okula gönderildiler, bu da belli bir modernizm yarattı” görüşüne katılıyor musunuz?
Baş örtüsü sorunu şehir merkezlerinde ortaya çıktı, en başta da İstanbul’da. Köyden kente göç etmiş bir babanın önünde iki alternatif vardır; ya erkek arkadaşı tarafından eve bırakılan bir kızı olacaktır ya da başı kapalı ve eve tek başına gelen... Babalar da ikincisini seçti. Kızlar da varsa bir erkek arkadaşı sokağın başında bırakıp eve tek geldi. Yani sorun çözülmedi ama diğer sosyal alanlara karşı belli bir rahatlama sağladı.
Hem estetik olup hem de dindarım diyorlar, bu nasıl Müslümanlık?
“Baş örtüsü meselesini siyasal İslam kışkırttı” dediniz. Siyasal İslam’a karşı mısınız?
Evet çünkü siyasal İslam, İslami değildir. Daha zengin, daha güçlü olmak için başkalarını geride bırakmak isteyen Müslüman olamaz. Bugün Müslüman diye ortaya çıkan insanlar, öyle bir hale geldi ki estetik ameliyat hayatlarının bir parçası oldu. Bu insanlara, “Allah’ın yarattığına niye razı olmuyorsun” dediğinde verecek yanıt bulamadıkları gibi senin üzerine de çıkıyorlar. “Müslüman’ım” diyor ama estetik oluyor. Bundan alâ dinden çıkış olur mu?
AKP sizce siyasal İslam’ın temsilcisi mi?
Hayır. Zaten bunu Başbakan kendi ağzıyla söylüyor. AKP bu konuda samimi. Ne söylüyorsa, o! Bence ciddiye alınacak bir siyasi varlığı da yok.
Ama yüzde 47 gibi bir oyla iktidarda ve önümüzdeki seçimde de birinci parti olacağı kesin?
Türkiye’de 1960’tan beri manipüle edilmemiş bir seçim olmadı. Bu seçim de bir sondaj. Aylar öncesinden, AKP’ye mahalli seçimlerde birinci parti çıkma garantisi verildi. Ama bu Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığının genel seçimlere kadar devam edeceği manasına gelmiyor. Önümüzdeki seçimde öyle bir ayarlama yapılacak ki, AKP’nin mecliste parçalanmasının kaçınılmaz olduğu bir sürece girilecek. Bu kehanete giriyor ama ne yapayım?
CHP ne yapıyor peki?
Deniz Baykal da bütün gayretiyle ona başbakanlık verecek olan çevrelere “Görüyorsunuz elimden geleni yapmaktan geri durmuyorum” mesajını vermekle meşgul. Olay bu! Bakın, yapısal bir manipülasyon var. Tüm terimler yerine oturtulmuş, trendler şaşmaz şekilde tespit edilmiş, “Aslında öyle değil” dediğin an tasfiye ediliyorsun. Edilemeyecek biriysen de canından oluyorsun. Yoksa, Uğur Mumcu’yu niye öldürsünler? Tasfiye edilemeyecek bir pozisyondaydı. Ona “Sen artık yazma” falan deseler olur muydu?

(VATAN, 15.03.2009)

Yorumlar