Nazım Hikmet


İnsanlar hakkında çabuk ahkam kesen bir toplumuzdur. Ve yine insanlar hakkında çabucak “taraf” oluruz. Nazım’ı sevenler ve göklerde gezdirenler ile Nazım’a sövenler ve yerin dibine sokanlar arasında kalıverirsiniz, bunun orta yolu yok mudur? Elbette vardır.
Nazım Hikmet, öncelikle “insan olan Nazım Hikmet” ele alındığında tutkularıyla, zafiyetleriyle, aşklarıyla, sanatçı yönüyle herkes gibi ele alınacak biri.
1902 yılında Selanik’te doğmuş, Heybeliada Bahriye Mektebini bitirmiş, sağlık sebebiyle ordudan ayrılmış, 1921 yılında Kurtuluş Savaşına katılmak için Anadolu’ya geçmiş ve kendisine Bolu’da öğretmenlik görevi verilmiş vs vs. Birçok şairin, yazarın hayat hikayesine benzeyen bir hayat hikayesi…
Nazım’ın sanatçı yönüne gelince… Sanatın göreceli yönünü dikkat almak zorundasınız. Nazım’ın şiirlerinden nefret etmek veya o şiirleri göklere çıkarmak mümkün… Yani zevkler ve renkler meselesi… Sanat eserini isteyen istediği gibi yorumlar. Her okuyucunun bir sanat eserine verdiği kıymet farklı farklı olur ve her okuyucu da sanat eserine farklı bir bakış açısı getirebilir. Bu tamamen sanat eseri ile okuyucusu arasındaki bağdır ve buna kimin ne demeye hakkı vardır?
Siyasi yanına gelince… Nazım Komünistti diyenlerin ve bunu küfredermiş gibi söyleyenlerin dikkatinden kaçan şey şu olsa gerek… İnsanların “komünist olma hakkı” da vardır ve bu tercihleri de sadece şahsın kendisini ilgilendirir.
Beni asıl üzen ise her olayı kendi şartları içerisinde takip edememenin getirdiği “boşboğaz tavrı” ile yapılan konuşmalardır. Hapishane yüzü görmemiş kimseler, hele hele düşündüğünü söylemekten hapishaneye düşmemiş kimseler ne de güzel atıp tutuyorlar. Nazım’ın o devirde düşüncelerini ifade etmesi suçtur. O, gazeteci kimliği ile cesurca yazılar yazmış ve defalarca mahkum olmuştur. Ama bu öyle bir devir ki ülkemizde düşünen adamların, Türkçüsü, İslamcısı, Komünisti, Irkçısı, kim olursa olsun rahatça mahkumiyet aldığı ve zindanlarda ömürlerini çürüttükleri bir zamandır. Şimdi olsa belki de ne Nazım ne de diğerleri mahkumiyet almazlardı. Demek ki şartlar burada önem kazanmaktadır.
Birileri demiş ki “Nazım, Komünizm’den umduğunu bulamadı ve hep Türkiye’ye dönmek istedi.” Doğrudur ya da yanlıştır. Eğer bu bir yanılgı idiyse bu da kendisine aittir. Önemli olan onlar değildir. Önemli olan ne kadar bizlere aykırı gelse de bu ülkenin insanının, hele hele düşünen beyinlerinin, sanatçılarının kendilerini özgürce ifade etmelerini sağlamaktır. Bu özgürlük nereye kadardır sorusunun cevabı yasalarda verilmelidir; ama yelpazenin olabildiğince geniş olmasından yanayım. Çok seslilik ve çok renklilik olmadan insan olmanın keyfi sürülemez.
Nazım Hikmet’i 25 Temmuz 1951’de Türk Vatandaşlığından çıkaran devlet, belki de bu genişlemenin sonucu, 2009 yılında tekrar Türk Vatandaşlığına kabul ediyor. Buna iade-i itibar diyenler de var, iade-i vatandaşlık diyenler de… Belki bunun adı “saygınlığını kabul etmek” şeklinde de ifade edilebilir. Çünkü, şair ve yazarlara, sanatçılara itibarlarını halk verir. Türk halkı, Nazım’ı eskiden beri itibarlı görmekte ise bunun için zaten “iade-i itibar” denmez.
Her sanatçı, sevenleriyle birlikte, onların gönlünde yaşar. O yüzden itibar meselesi görecelidir. Birileri hiçbir zaman Nazım’a itibar vermeyecektir, sevenleri ise Nazım’dan asla vazgeçmeyeceklerdir. Bunun başkaca bir yolu yoktur. Kimse kimseyi ikna etmeye uğraşmasın, bu işler ikna işleri değildir.
Nazım için “vatan hainliği” ile “vatan şairliği” arasında yürütülen hamaset ve ideoloji kavgası artık bilimsellikten uzak ve bir o kadar yanlıdır. Bunları tekrarlamak da bir işe yaramaz, en azından bizim bir işimize yaramaz.
Bence herkes kendine bakmalıdır, bir ayna alıp şöyle bir kendinizi süzün bakalım. Bir başkasına laf söylemenin hafifliğini yaşamadan önce kendinizi eleştirin. O zaman daha doğru sonuçlar yakalayabilirsiniz. Bir de ülkemizin yaşadığı süreci dikkate alın. Nazım, ne yaptıysa ve neler yaşadıysa her şeyiyle açık bir insan…Bu açıklıktaki bir insan bizler için “öcü” olmamalı. Asıl dikkat edilmesi gerekenler, gizli kapaklı olanlar, ne yaptıklarını bilemediklerimiz. Düşündüklerini, inandıklarını açıkça söyleyenlerden asla çekinmeyin. Bunlardan bu topluma zarar gelmez. Bu açık yüreklilik o düşünceye samimi inanışın ürünüdür. Ya maskeli balodakiler? Onların kim olduğunu görebiliyor musunuz? Ne söylediklerini anlayabiliyor musunuz? Topluma açıkça bir şey söylüyorlar mı? Hz. Ali, “Gözümün gördüğü hiçbir şeyden korkmam.” Dermiş. Ne doğru söz… Ya gözlerimizin görmedikleri… İşte onlar beni korkutuyor.

Yorumlar